4 Kasım 2015 Çarşamba

ALTIN



Varoluş, dünyamızı temel maddelerden oluşan zenginliklere boğmuştur. Bu temel maddeler elementlerdir. Çevremizde bulunan her şey, elementlerin kombinasyonlarından oluşur. Bu kombinasyonlardan yaklaşık 25 tanesi, yaşam için vazgeçilmez kabul edilmektedir ve 90’dan fazla element bulunmaktadır. Bunların en hafifi hidrojen, en ağırı ise uranyumdur. Ve altın da bu elementlerden biridir.

Latince Aurum yani ışıldayan, parlayan anlamına gelen altın, kimyada Au sembolü ile gösterilen yumuşak, parlak sarı renkte kimyasal bir elementtir. Altının parlak sarı rengi, asitlere karşı dayanıklılığı, doğada serbest halde bulunabilmesi ve kolay işlenebilmesi gibi özellikleri, insanların ilk çağlardan beri ilgisini çekmiştir. Parlak sarı rengi ve ışıltısıyla göz alan çok ağır bir metaldir. Üstelik kolay kolay havadan ve sudan etkilenmez. Bu yüzden hiçbir zaman paslanmaz, kararmaz ve donuklaşmaz. Bir başka özelliği de saf haldeyken çok yumuşak olmasıdır, bu nedenle kolayca dövülerek biçimlendirilebilir.

Peki, böylesine değerli özelliklere sahip altın nasıl oluşur? Bu süreci, en basit elementlerin oluşumundan başlayarak anlatmak gerekiyor. Bir elementin ortaya çıkması, inanılmaz derecede büyük bir enerji gerektirmektedir. Bir güneşin yani yıldızın çekirdeğindeki hidrojen füzyonu helyumu yaratır. Füzyonun, yani iki hafif elementin nükleer reaksiyonlar sonucu birleşerek daha ağır bir element oluşturması durumunun gerçekleşmesi için yıldızın merkezindeki yüksek sıcaklık gereklidir. Bu sıcaklıklarda, hidrojen çekirdekleri büyük bir hızla her yöne saçılır. Birbirleriyle çarpışır ve sonunda birleşirler. Helyum, bu şekilde oluşur.

Yıldız yaşlanırken büyük bir değişim meydana gelir ve yıldızın merkezinde bulunan hidrojen bütünüyle helyuma dönüşür. Sıcaklık arttıkça yıldız, bir genişleme safhasına girer ve ‘Kırmızı Dev’ denen şeye dönüşür. Böyle bir durum gerçekleştiğinde, helyum birleşmeye ve yeni elementler oluşmaya başlar. Karbon elementi meydana gelir. Süreç devam eder ve helyum, oksijeni yaratmak için karbonla birleşir.

Sonunda yıldız o kadar şişer ki bu evrede yıldızın kütlesi, yıldızın bütün kalabilmesi için yetersiz hale gelir. Yıldız, patlar ve ölür. İnanılmaz miktarlarda element taşıyan gaz ve tozlar uzaya salınır. Kırmızı devler, atom kütlesi oksijene eşit ya da daha düşük elementler üretirler fakat altın gibi ağır elementlerin üretimi için gereken sıcaklığa yani enerjiye sahip değildirler. Bu ağır elementlerin bir kısmının üretimi, ancak bir kırmızı devin patlaması yani bir süpernova gerçekleşmesi esnasında ortaya çıkan enerjiyle mümkündür. Bu esnada, 50 milyon dereceye yakın bir sıcaklık ortaya çıkar ve demir, silisyum, kalsiyum vb. daha ağır elementler oluşur. Ancak altın elementinin oluşması için yıldız patlamalarında ortaya çıkan enerjiden çok daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Süpernova patlaması, yıldızın merkezini sıkıştırarak nötron yıldızı denen yıldızı doğurur. Bu yıldızlar yaklaşık 10 kilometrelik çaplara sahip, çok küçük yıldızlardır ancak o kadar yoğundurlar ki tek bir kaşık madde, bir milyar ton ağırlığındadır. Bu sıkışma ve yoğunluk artışını ise şöyle açıklayabiliriz. Bildiğiniz gibi bir atom, merkezinde proton ve nötron taneciklerinden oluşan bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan oluşur. Çekirdek ve etrafındaki elektronların arası boştur. Bu boşluğu daha anlaşılır hale getirmek gerekirse. Bir stadyumun ortasındaki bir meyve sineğini atomun çekirdeği olarak kabul edersek elektronlar bu stadın etrafında dönüyor olurdu. Yani atom dediğimiz şey büyük oranda boşluktan başka bir şey değildir ve bu boşluk atomun yüzde 99.9999999’unu kapsar. İşte, söz konusu süpernovanın, yıldızın merkezini sıkıştırması, atomlardaki bu boşluğun büyük oranda ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Nötron yıldızları da bu nedenle bu kadar ağırdır.

Tüm bu süreci anlatma nedenime sonunda geldik. Altının oluşumu için yeterli sıcaklıklar ancak az önce bahsettiğimiz nötron yıldızlarının birbirleriyle çarpışması sonucu ortaya çıkar. Çarpışma noktasındaki sıcaklık, trilyon dereceye yakındır.

Gündelik hayatımızda kullandığımız altının, milyarlarca yıl önce, iki nötron yıldızının çarpışmasıyla meydana gelen böylesine şiddetli patlamalar sonucu oluşması oldukça ilginçtir. Çünkü nötron yıldızlarının çarpışması çok zor ve pek az rastlanan bir olaydır. Oluşumunun bu kadar az olmasından dolayı yerkürede çok az altın bulunur. Öyle ki bu durum, National Geographic dergisinin Ocak 2009 sayısında "Tüm tarih boyunca sadece 161.000 ton altın çıkarıldı, bu miktar iki olimpik havuzu doldurmaya ancak yetiyor." şeklinde ifade edilmiştir.

İşte akıllara durgunluk veren böylesine zorlu, ihtişamlı ve mucizevi süreçler sonunda oluşan altın, yazının başında da belirttiğim gibi ona değer katan tüm özellikleriyle, tarih boyunca en kıymetli metallerden sayılmış, insanlık hikayesinin en önemli parçalarından biri olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. 

Öyle ki insanlık, zenginliğin ve gücün simgesi olan altın uğruna nice savaşlar ve büyük katliamlar yaşamış ve yaşatmıştır. Bununla birlikte aynı insanlık mutluluk, zenginlik ve huzur içinde özgür ve kavgasız yaşadığı geçmiş bir dönemi anlatırken ya da geleceğe yönelik, insanların üst düzey bir bilince ulaştığı, toplumsal bir yapıyı, bir ütopyayı anlatmak için Altın Çağ tabirini uygun görmüştür.

Altın, birçok medeniyetin gelişmesine, birçoğunun da son bulmasına neden olmuştur. Tarihte bilinen kayıtlara göre ilk olarak Mısır hükümdarları zamanında MÖ 3200 yıllarında, darphanelerde eşit boyda çubuklar halinde çekilerek para olarak kullanılmıştır. Peru'da MÖ 2000 yılına ait altın ziynet eşyaları kalıntılarına rastlanmış olup, Amerika kıtasındaki Aztekler ve İnkaların da altına tutkun oldukları bilinmektedir. MÖ 550 yıllarında Lidya Kralı Krezos, altını para olarak bastırmış ve altının para olarak basılması ile de ticaret artmıştır. Şehirler zenginleşmiş ve dünya yeni bir refah dönemine girmiştir. İnsanlar altının ticarette sağladığı zenginlikten dolayı çok uzun mesafeleri kat ederek ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır. Altına olan bu tutku, okyanuslar aştırmış, coğrafi keşiflerin yaşanmasına neden olmuş, bu durum da maddi olduğu kadar -yaşanan etkileşim sonucu- kültürel bir zenginleşmeye de neden olmuş, insanlığın bilim, sanat ve teknolojide daha ileri gitmesini sağlamıştır. Ve ilginçtir ki insanoğlu bilim, sanat, spor vb. dallardaki en yüksek başarıyı elde eden kişi ve kurumları ödüllendirmek için de altını tercih etmiştir. Örneğin, bir sporcunun en büyük hayali, olimpiyatlarda altın madalya kazanmaktır. Bir yönetmenin en önemli başarısı ise Altın Küre, Altın Palmiye ya da Altın Ayı gibi sinema ödüllerden birine sahip olabilmesidir. Dünyanın en önemli bilim ödülü Nobel’i kazanan bilim adamlarına altın bir madalya hediye edilir.

Matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen ve uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısına, Altın Oran adı verilmiştir. Bugün dahi görüldüğünde hayranlık uyandıran Eski Mısır ve Yunanlılara ait eserler bu oranla yapılmıştır. Rönesans sanatçıları Altın Oran'ı tablolarında ve heykellerinde denge ve güzelliği elde etmek amacıyla sıklıkla kullanmışlardır.

Türk kültüründe de altın önemli bir yere sahiptir. Yeni doğan bebeklere, sünnet olan çocuklara ve evlenen çiftlere altın takılır. Kişiler için büyük anlamlar içeren, adeta hayatlarının dönüm noktaları olan bu gibi değerli günlerde altın hediye etme geleneği, tarihi boyunca Türk kültüründe önemli bir yere sahip olmuştur ve günümüzde de kentli-köylü, zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz gibi ayrımlar olmadan toplumun tüm kesimleri için önemini sürdürmektedir . .

Neredeyse tüm mitolojik kültürlerde, altınla alakalı hikayeler bulunmaktadır. Yunan mitolojisinde zenginliği ve iktidarı sembolize eden postun adı Altın Post’tur. Yunan mitolojisinden bilinen bir örnek vermek gerekirse. Şarap tanrısı Dionisos'un yoldaşı Satiros, Frigya'yı gezerken Midas'ın gül bahçesinde uyuyakalmış. Satiros'u bulup, on gün on gece sarayında ağırlayan Midas'ın konukseverliğinden etkilenen Dionisos, kralın bir dileğini gerçekleştireceğini söylemiş. Kral Midas da her dokunduğunun altına dönüşmesini ve böylece daha zengin olmayı istemiş. Ancak yemek için dokunduğu yiyecekler, içecekler ve ünlü gül bahçesi bile altına dönüşünce, kral Dionisos'dan bu uğursuz gücü geri almasını istemiş. Midas'ın durumuna acıyan tanrı Dionisos, krala, Paktalos Irmağı'nda yıkanmasını söylemiş. Bu ırmakta yıkanan Midas, her tuttuğunun altına dönüşmesinden kurtulmuştur.

Görüldüğü gibi altın, fark edildiği andan günümüze dek insanlık tarihinin akışını değiştiren -olumlu ya da olumsuz- pek çok etkiye yol açmıştır. Bana göre, sadece bir madde olan altının, değişmez ışıltısıyla yüzyıllardır insanların tutkularını böylesine derinden körükleyerek onları harekete geçirmede, acı ve hüzünlerinde, coşku ve mutluluklarında, bilimsel keşifler, sanatsal yaratılar ve kültürel gelişmelerinde böylesine etkin bir role sahip olması son derece şaşırtıcı ve ilgi çekicidir. Belki de bu durum, altının, yazının ilk bölümlerinde bahsettiğim inanılmaz zorlu, ihtişamlı hatta olasılıksız gibi görünen o süreçler sonunda oluşuyor olmasından kaynaklanmakta. Ancak asıl şaşırtıcı ve ilginç, asıl düşündürücü ve büyüleyici nokta ise bizim bu oluşum sürecinden birkaç on yıla dek habersiz olmamıza rağmen ona, binlerce yıldır bu olağanüstülükleri bilircesine bir değer atfetmemizdir.

Kim bilir, belki her şey bir planın parçası ve biz farkında olmadan bu oyundaki rollerimizin gereğini, varoluşun taşıdığı anlamın değerini bilmeden yerine getirmeye çalışıyoruz. Fakat bilmeliyiz, bu bizim ödevimiz. Çünkü varoluşun ve kapsadığı her şeyin ayrı bir değeri var ve bu değeri şeylere katan da şeylerin yapısından ziyade oluşumlarındaki güçlükler, düşük ihtimaller, imkansızlıklar, çatışmalar, nefretler, yenilgiler, ölümler, yitip gitmeler ve tüm bunlara rağmen dirilmek, ayağa kalkmak, çabalamak, umut etmek, uzlaşmak, sevmek ve en önemlisi de her şeye rağmen devam etmektir.

Ve unutmayalım ki gezegenimiz ve ev sahipliği yaptığı -muhteşem çeşitliliğe ve renk cümbüşüne sahip- tüm canlılar, inanılmaz süreçler sonunda oluştuğunu defalarca kez vurguladığım elementlerin milyarlarca yılda bir araya gelmesi ve hayat bulmasıyla oluşmuştur. Vücudumuz, uranyum ve altın da dahil olmak üzere, dünya üzerinde bulunan 90 ayrı elementi de barındırmaktadır. Elementlerin nasıl oluştuğunu açıklayabiliyor olsak da hayat denen mucizenin ne olduğu ve nasıl oluştuğu konusu hala gizemini korumaktadır.

Tüm bunların sonunda ortaya çıkan mesaj gayet açık olsa da vurgulamak istiyorum. Ey insanlık, sen ve can sahibi tüm kardeşlerin hiçbir altından, hiçbir elementten daha değersiz değildir. İşte bahsettiğim o ödev, bu gerçeği iliklerine kadar hissederek, bu bilinç ve sorumlulukla yaşamaya çalışmaktır!