23 Şubat 2015 Pazartesi

UYAN



Tanımadığı insanların arasında sıradan adımlara yürüyen genç adam, aniden düşüp bayıldı. Yarı baygın halde, bulanık bir görüşle çevresindeki insanları görebiliyordu. Garip olansa, insanların, gözlerinin önünde gerçekleşen olay sanki hiç olmamış gibi davranmalarıydı.

Genç adamın yardım isteme girişimlerinin sonunu getirense sesinin çıkmadığını ve hareket edemediğini fark ettiği andı. Durumun anormalliğinden şüphelenerek bunun bir rüyadan başka bir şey olamayacağı kanaatine vardı ve uyanmak için yataktaki bedenini şiddetle sarsmaya çalıştı. Önce başını ardından da tüm bedenini epilepsi nöbeti geçiren bir hasta gibi titretip sarsıyordu. Gerçek bir epilepsi nöbetinden iki farkı vardı. Birincisi, böyle bir sarsılma ve titreme beyindeki sinir hücrelerinin normal işleyişinin kesintiye uğramasıyla, istemsizce oluşurken; genç ise bu durumu kendisine, tüm odaklanma gücünü ve istencini kullanarak yaşatıyordu. İkincisi de tabii ki ağzından köpükler çıkmamasıydı.

Zorlu ve boğucu çabaların ardından, nihayet gözlerini açtı.

Korkuyla karışık bir rahatlama hisseden genç adam, bir bardak su almak üzere ranzanın üst katından inip kaldığı okulun yatakhanesinden dışarı çıktı. Tüm arkadaşları dışarıda top oynamaktaydı. Arkadaşlarının daveti üzerine suyu boşverip oyuna karıştı. Topu sürüp çalımlar attı, kaleciyle karşı karşıya kaldı ancak genç adam yine aniden bayıldı.

Arkadaşlarının koşup yardım edeceği beklentisyle yerde yatarken, yardım için yanına gelmeleri bir yana, herkesin maça devam ettiğini gördü. Bağırmak istedi ancak sesini çıkaramadı, hareket de edemedi. Ardından, bunun da bir rüya olduğunu anlayarak var gücüyle uyanmaya çalıştı. Uzun çabaların sonunda kendisini uyandırdı.

Neyse ki bu kez kendi evinde uyandı. Penceresinden içeri güneş ışınları vurmaktaydı. Aydınlık bir güne uyanmak kendisini iyi hissettirmişti. Bu sırada, mutfaktan gelen gülüşmeleri işitti. Anne ve babası şakayla karışık birbirlerine takılmakta, kardeşleriyse bu duruma kahkahalarla gülmekteydi. Güzel bir gün olduğunu hatırladı zira bayramın ilk günü olması sebebiyle şehir dışında yaşayan abileri ve ablaları baba evine dönmüştü ve tüm aile bir aradaydı. Biran önce aralararına katılıp neşelerine ortak olmak, bu anlamsız kabusları geride bırakmak istedi.

Mutfağa gitti, ailesinin kahvaltı yaptığını gördü. Tebessüm eşliğindeki güne başlama selamlamalarının ardından sandalyesini çekti ve kahvaltı sofrasındaki yerini aldı. Babası, yine geç kalkmasından dolayı genç adama takıldı. Kardeşleri de bir kaç ufak iğneleyici cümleyle babalarına destek verdi. Anne ise oğlunu savunan tarzda birkaç kelime etti ve bir eliyle, genç adamın önüne çayını koyarken diğer eliyle de sırtını sıvazladı ve gülümsedi.

Genç adam kendini iyi hissetmekteydi. Gülümseyerek çayından bir yudum aldı ve şükürle karışık bir huzur esintisi hissetti. Mevcut halinde, az önceki karanlık kabusların ardından penceresinden içeri vuran güneş ışıklarının, şimdi, kendisinden çevreye yayıldığını hissediyordu adeta.

Fakat yine olan oldu, birden bire o güneş, uzay-zaman dokusunun nedenini bilmediği şekilde büküp yırtılmasıyla, bilinmezlikte kayboldu. Aynı süreç tekrar yaşandı ve genç adam, öfkesi korkusuyla yarışır haldeyken, evrenin başka bir yerindeki uzay-zaman dokusunu yırtıp yeniden kendini görünür kılma adına çabaladı zira patlayıp kendi içine çökmek şöyle dursun, yeteri kadar büyüyüp gelişmemişti bile. Yani, varoluşa, değerli hiçbir element sunamamıştı henüz. Kaldı ki saygı duyulacak bir kayboluş ve bilinmezlik ancak bu şekilde olabilirdi.

Tüm bu düşüncelerin ardından, kendini tekrar görünür kıldı fakat artık çok sıkılmış, sinirleri alt üst olmuştu. Yüzünü ovuşturdu, kendine seri halinde tokatlar attı. Son tokatla kendi canını gerçekten yaktı ama bunun bir rüya olmadığından emin olduğunu anlamasını sağladığından, kendisine kızmak aklının ucundan bile geçmedi. Kan ter içinde kaldığını farketti ve duş almak için banyoya girdi. Soyunduktan sonra lavabonun aynasında bir süre kendisini izledi, elinin izinin çıktığı sağ yanağını ovuşturdu. Ardından derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştı ve duşakabine girip yıkanmaya başladı. Lakin...

Lakin ansızın, jüpiterin korkuyla karışık cazibesinden kurtulmayı bir şekilde başaran ve hemen ardından hayatının milyarlarca yılını, onun boyunduruğu altında geçirmenin onursuzluğuyla yüzleşip bu durumun yarattığı ağır utanç duygusundan kurtulmanın da ancak -küçük fakat barındırdığı hayatla anlamlı ve çok güzel bir yer olan- dünyaya çarparak elde edilebilecek şerefli bir ölümle mümkün olabileceğini sezen bir göktaşı gibi  yere çakıldı.

Bu kez etrafında yardım istemeye niyetleneceği kimse de yoktu. İçindeyse çaresizliğin eşlik ettiği dev bir isyan vardı ve içsesiyle Tanrı’ya haykırdı, ‘Yeter artık, neden bunu bana yaşatıyorsun!’ ve kalan son güç kırıntılarını da iç sesiyle sayıklamaya devam etmek için kullandı: ‘Yardım et, yardım et, yardım et…’.

Ve ansızın duşakabine yaklaşan bir silüet göründü. Kabin kapısı açıldı ve içeri bir el uzandı. Genç adamın karşısındaki kendisiydi. Müthiş bir ürperti ve şaşkınlığa rağmen, şüpheden tamamen arınmış bir güven hissetti. Kendisine uzatılan eli kavradı. Ayağa kalktıktan sonra kendisiyle göz göze geldi ve sordu:

‘Bu da bir rüya, değil mi?’

Genç adam, sorusuna soruyla karşılık aldı: Sen, gerçek sen değilken, hangisinin rüya olduğunun ne önemi var?  

14 Şubat 2015 Cumartesi

SISKA ADAM



Karanlık çöktüğünde sıska adam pardösüsünü bankın üzerine atıp sessiz sokakta derin bir nefes aldı. Soğuk hava ciğerlerine girdi ve bir süre orada asılı kaldı. Hava çoktan kararmıştı ve hafif hafif kar yağıyordu. Sıska adam bir sigara yaktı. Tütünün ciğerlerinden süzülen dumanı, adamın yarılmış kaşının üzerine oturdu ve orada öylece geceyi izlemeye koyuldu. "Yok olmak için bu kadar çaba sarf etmek ha!" dedi kendi kendine sıska adam. Beklediği otobüs o gece de gelmemişti.

Zaten gelmesi de mevcut halde, yani bilinen evrenin kurallarına göre imkansızdı zira gideceği yerden hiçbir zaman emin olamamıştı. Ama o hiçbir zaman bilinen evrenin kurallarına göre haraket etmemişti daha doğrusu istese de edememişti. O türde bir hayat yaşamayı hiçbir zaman içine sindirememiş, bunca yıldır kendisini bunun için çok zorlasa da -bazı bünyelerin tükettikleri bazı yiyecek ya da içeceklere reflektif tepkiler vererek istifra etmeleri gibi o da- her defasında bilinen kurallara dair düşüncelerini hatta kendisini zorlayıp ilk adımını attığı eylemlerini dahi nefesini dakikalarca tutmuş bir insanın can hıraş bir şekilde nefesini verişi gibi kusarak başa dönmüştü.

Bu yüzden kendisini yargılamadığı, kendisine en ağır ithamlarda bulunmadığı hatta bazen savunma yapmayı dahi kendisine hakir gördüğü zamanlarda  bile ‘Taktir yüce mahkemenindir.’ diyerek kendisini kah sürgüne yollamadığı kahsa kalemini kırmadığı bir günü bile olmamıştı. Ama ne fayda! En ateşli savunmaları da en samimi sessizlikleri de ne verdiği hükümleri uygulanır kılıyor ne de hafifletici nedenlerle salıverilmesinin hakkını verebiliyordu. Kendisini her defasında benzer iddanamelerle yüzleşirken bulmaktan hiçbir şekilde kurtulamıyordu.

Aslında o, bu fasit çemberin dışındaydı; her şeyi gözlüyor, tüm gerekli çıkarımları yapıyor ve bunları idrak ediyordu ancak çemberin dışında olmak çemberden kopabilmek anlamına maalesef ki gelmiyordu; gelemiyordu. Çemberin içindeki bu kısır döngülü dünyaya öylesine bağlanmış öyle özümsemişti ki mevcut tek düzeliğin içinde yarattığı anlam dünyasının sadece kendisine görünen çeşitliği ve zenginliği, onu çektiği tüm sıkıntı ve acılara rağmen büyülüyor ve bu tesirden bir türlü kurtulamıyordu.

Sıska adam, ateşin izmarite ramak kaldığı sigarasından  -alacağı tad konusunda bir an için tereddüt etse de- bir nefes daha aldı ve izmariti oturduğu bankın tahtalarından en arkada kalanının alt kısmına bastırarak söndürdü. Bu eyleminden anlaşılacağı gibi anksiyetik ve obsesif bir karaktere sahip olduğu aşikardı zira kendisi de obsesyonla bağdaştırılabilecek her eylemini daha doğrusu her eyleminin obsesif olup olmadığını sorgulayan bir insandı. Bu sorgulamanın nedeni obsesyonlarının kompülsyona dönüşmesini engellemek üzereydi elbette ama ‘Bu sorgulamaya yönelik ayırdığım vakit ve bu süreçteki düşünme halim de mevcut obsesyonlarımı kompülsyona dönüştürmek anlamına gelmiyor mu ki?’ diye aklından ister istemez geçiriyordu her defasında.

Yine de yaptığı eylemin yaratacağı vicdani sıkıntının, bu sorgulamalardan çok daha ağır olduğunu düşünerek hareket etmeye devam ediyordu. Öyle ya, bir sigarayı kamu malında söndürmek, binlerce insanın vergileriyle yapılan bir mala zarar vermekti. Bu sıska adam için büyük bir azaptı. Mevcut sistemdeki haksız düzende alın teri akıtarak, gerek kendisi, gerek ailesi adına yaşam mücadelesi veren binlerce insanın emeğinden bir parça alınarak yapılmaktaydı bu banklar. O yüzden zarar düzeyini en alt seviyede tutmalı, zarar aynı olsa da görünülürlüğünü en alt seviyeye indirmeliydi; ki en azından, insanların bunu görerek hissedebilecekleri olası rahatsızlıkların önünü bir nebze de olsa kesebilsin.

Derken sıska adam birden bire gülümsedi; çocukluğunu hatırlamıştı bir an için. Babasını örnek alarak burnundan çıkardığı tatakları koltuğun altına sildiği ve annesinin, babasının bu eylemine çok kızdığını bilmesinden dolayı, olası buluşmadan habersiz bir el ve kendi dünyasında yarasavari yaşayan bir tatak arasında oluşabilecek en düşük ihtimalli vuslat mekanlarını seçmeye çalıştığı gelmişti aklına. Sonra yüzündeki tebessüme  -her zamanki donuk halini aldatmaktan korkarcasına bir kaçamaklıkla- eşlik eden gülen gözleri, tam olağan donukluğuna dönmek üzereyken, bir şeylerin farkına varmış bir bilincin işaretini veren gözler haline geldiler. ‘Belkide…’ dedi, ‘Belkide, sigaranın söndürülebileceği en uygun yeri belirlemedeki bu hassasiyetimin temelinde -az önce tebessümle andığım-  çocukluğumdan kalma bu sümük-kanepe ilişkisi vardır.’.

Bu çözümleme birkaç saniyeliğine de olsa sıska adama huzurumsu bir his yaşatmıştı. Gerçi bu hissin yabancısı değildi zira insan –dolayısıyla kendi- psikolojisiyle rasyonel anlamda ilgilenmeye başladığı zamanlardan beri  -yani yaklaşık 10 yıldır- günlük hayatındaki düşüncelerinin, davranışlarının ve herhangi bir duyusu aracılığıyla algıladığı herhangi bir kavramın aklında ilk oluşturduğu çağrışımlarının hatta anlık hislerinin dahi nereden -ve hangi yaşanmışlıkların karşı konulamaz emirlerine uyarak- geldikleri hakkında sorguluyordu kendisini. Doğru cevapları elde etme konusunda da -özellikle son yıllarda- fazlasıyla mesafe kat etmişti. Ancak bu ve benzeri huzurumsu hislerin yaşanmasını sağlayan çözümlemelerin oluşmasını mecbur kılan sorunların, geçmişe, ana ve hatta geleceğe dair yapıtaşları o denli fazlaydı ki başta keyif ve huzur veren bu his, yerini giderek otomatikleşen eylemlerin hissizliğine bırakmaktaydı.

Son zamanlarda, canını en çok sıkacak unsuru da bu hissizlik hali olarak tanımlıyordu ancak bu tanımlama tamamen nesneldi. Bu hissizliğin kendisinde herhangi bir endişe uyandırmayışı bir an için ilginç gelse de endişe edebilmesi için hislerine ihtiyacı olduğunu ve düşün dünyasında bu ve benzeri paradoxlarla ne kadar çok yüzyüze geldiğini düşündü. Bu düşünce onda herhangi bir biliş hali ve bu bilişten hareketle yeni bir yola girme güdüsü uyandırmamıştı zira o güdünün benzerlerini yüzlerce kez yaşamış ancak hepsi kısa ömürlü olmuştu. Yani sıska adam bu farkındalığına dair de yeter miktarda duyarsızlığa hali hazırda sahipti.

Ardından, yorgun hissetmesi gereken anlardan birini daha yaşadığını kendine hatırlattı. Hatırlattı çünkü o zaten her zaman yorgundu. Ara ara bu yorgunluğunu kendine hatırlatması, tekdüze hayatındaki rutin eylemlerden biriydi sadece. Zamanında, bu hatırlatmaları, kendisini harekete geçirici bir unsur olarak görüyordu ve işe yarayacağına da gerçekten inanıyordu. Ama bu inancını kaybedeli de çok ama çok uzun zaman olmuştu. Bu hatırlatmalar, uzun zaman önce hangi buluşmalara ya da hangi iş görüşmelerine vaktinde yetişebilmek için kuruldukları unutulmuş ancak ilgisizlik ve üşengeçlikten bir türlü iptal edilmemiş ya da yeni bir vakte kurulmamış bir çalar saatin, her gün devam eden ve hiçbir tepki alamayan beyhude çığlıklarından başka bir şey değildi.

Yine de bu çığlıkların -saatin amacına özgü olmasa da- hala bir işlevi vardı. Sıska adamın eli, pardösüsünün iç cebine doğru uzandı. Metal renginde, üzerinde herhangi bir işleme olmayan, sıradan fakat iş görür matarasını çıkardı. Kapağını bir kaplumbağanın telaşsız yürüyüşü kadar sakin bir tavırla açtı ve viskisinden uzun bir yudum aldı. Ardından eli pardösüsünün diğer cebine uzandı ve kabaca sarılmış hatta bir kısmının paketin dışında kalmasından dolayı cebinde biriken pamukçuk ve -hangi bardan ve ne zamandan kaldığını hatırlamadığı- fıstık kabuklarının yapıştığı çikolatasını çıkardı. Bu davetsiz misafirleri üfleyerek uzaklaştırdığı kısımdan bir barça koparıp ağzına attı. Pahalı bir çikolata değildi ama sıska adama göre  viskiye eşlik edebileceklerin en iyisiydi zira bir çok denemeden sonra fiyat-kalite eşgüdümünde en idealinin o çikolata olduğuna kanaat getirmişti. Elbette tükettiği viskide de benzer denemeler sonucunda karar kılmıştı. Belkide, bu kararsız ve takıntılı adamın en doğru tercihleriydi bunlar. Fakat bu tercihlerin kendisi dahil hiç kimseye dişe dokunur bir fayda sağlamadığının da farkındaydı. Buna rağmen bir insanın zamanını öldürme şeklinin bile kaliteli ve mantıklı olmasından yanaydı.

Evet, amaçsızca kurulu kalmış saat işlevini yerine getirmiş sıska adam viskisinden aldığı uzun yudum ve ağzında eriyen çikolatanın tadıyla, sürekli kapısına dayanıp cebir ve şiddetle haraç aldığı, iliğini kemiğini kuruttuğu, ocağına incır ağacı diktiği beynine bir iki adet dopamin salgılatmıştı. Kaldı ki istediği de bundan fazlası değildi zira fazlasını imkan dahilinde görme düşüncesini terk edeli çok olmuştu.

Güç bela elde ettiği dopamini bir miktar plasebo etkisiyle canlandırmak adına bir sigara daha yaktı sıska adam. Nikotinin anlamlı hale gelebilmesi için sigarasından bir iki saatliğine uzak kalması gerektiğinden, yakyığı sigaranın, mevcut tüketim sıklığında plasebodan başka bir işlevi yoktu. Önce, sigaranın yavaşça ilerleyen ateşinin, ayak parmaklarının en ucunda sona ermesinin getirebileceği huzura dair saliselik bir düşünceyle hızlı ve derin bir nefes aldı sigarasından; ardından, aldığı nefesi henüz vermemişken sigarayı burnuna yaklaştırıp genzini delmek istermişçesine derin bir nefes daha çekti.

Çoğu insana göre yadırganacak bu eylem, aslında onu tam anlamıyla özetliyordu. Sıska adam biraz hedonist, biraz mazohist fazlasıyla da bağımlı bir karaktere sahipti. Bu nedenle kendisine zevk ve acı verici hangi bağımlılığı olursa olsun, ondan azami verimi almak kendisi için kaçınılmazdı. Çektiği acılardan kurtulmak adına zevke, aldığı zevkleri haketmedini düşünerek acıya sürüklüyordu kendisini. Aslında, kendisine dair tüm çözümlemelerinde olduğu gibi, bunun da uzun zamandır farkındaydı. Başlarda bunun yanlış ve değiştirilmesi gereken bir davranış kalıbı olduğunu düşünse de zaman içinde tüm olumsuz yanlarına giydirdiği kılıflardan birini bu davranış kalıbına da ‘Bu çatışma beni düşünür ve üretir kılıyor.’ adı altında giydirmişti. Hatta, bu kılıfı, her ne kadar inanmadan taşısa da -bir zamanlar okuduğu- Dostoyevski’nin hayatını anlatan bir kitaptan kendine pay biçerek ‘ O da yaşamı boyunca dualitenin tavında dövüldü ve bu şekilde Dostoyevski oldu.’ diyip kendini avutmaya çalışıyordu.

Sıska adam boşlukta kaybolmuş gözlerini toparladığında ateşinin parmaklarına yaklaştığı sigarasının düşmek üzere olan külünü fark etti. Bir önceki sigarasında elde ettiği çözümlemelerin verdiği cesaretle sigarasını rasgele yere fırlattı. Elbette, bu çözümlemelerin ardından gelen zıt kutuplu eylemler, ilk anda, rahatlama sağlasa da peşinden sürüklediği ‘Acaba!’lar bu rahatlamaları yok edip yapılan çözümlemeleri geçersiz kılıyordu.

Bir kısmı yerdeki çamura bulanmış, kalan kısmı da banktan düşmek üzere olan pardösüsünü alıp omzuna vuran sıska adam yönünü karanlık sokaklara doğru çevirdi ve nereye gideceğini bilmediğinden dolayı bir türlü gelmek bilmeyen o otobüsü, yarın nerede bekleyeceğinden habersiz bir şekilde gözden kayboldu.


Not: Tanıdığım ya da tanımadığım insanlardan az ya da çok devamını getireceğimi söyleyerek, bir cümle ya da paragraf istiyorum. Bu yazının ilk paragrafını bana yollayan Göktuğ Canbaba'ya teşekkür ederim.

KARMAŞADAN SIYRILMAK



İnsan, biyolojik sınıflandırmadaki bilimsel ismiyle homo sapiens sapiens. Yani, 'düşündüğünün üstüne düşünebilen insan'. Farkındalığının farkında olan insan.


Elbette bunlar, bir canlı olarak, diğer türler arasında gururumuzu okşayacak ve göğsümüzü kabartacak tanımlar ama çoğu zaman, bizden oluşan ve bizim oluşturduğumuz bu hayatın akışına kapılıyoruz ve bu tanımlamaların hakkını veremiyoruz. Düşüncelerimiz ve farkındalıklarımız sadece basit birer beyin fonksiyonu ürünü olarak gelip geçiyor. Özümsenemiyor ve milyonlarca yıllık mucizevi evrim destanının hakkı verilemiyor. Mevcut sosyal hayatın karmaşıklığı bizi bir basamak gerideki türümüzde yaşatıyor adeta. Evet, hala düşünüyoruz, hala bir şeylerin farkına varıyoruz, bir çok şey biliyoruz ve ilerliyoruz ancak bunların bilincine varmadan yaşıyoruz. Rahatlamak yerine yoruluyor, eziliyoruz. 

Bu durum büyük ölçüde, bilgi sahibi olma ve bilge olma durumları arasındaki farklılığa benzer. Bilgi sahibi insan, sahip olduğu bilgileri sırtındaki bir çuvalda taşır. Onun için tüm bu bilgiler birer yüktür. Kendisinden ayrıdır. Bilgeyse tüm bildiklerini, sahip olduğu tüm hücrelere, tüm atomlara pay etmiş ve sindirmiştir. Ayrılık yoktur. Bildikleri kendisidir, kendisi de bildikleridir.

Peki bu bilince sahip olmak için neleri önemsemeli, nelerden kaçınmalıyız?     

Öncelikle söylenenleri anlamak için dev gibi bir kulağa ve onları unutmamak için kulağımıza küpe yapmaya ihtiyacımız yoktur. Bunlar için can kulağıyla dinlemeye ve her canı değerli görmeye ihtiyacımız vardır.

Sözcüklerimizi, karşımızdaki kişide, elimizle koymuş gibi bulmak için, elimizden emin olduğumuzdan daha fazla, kalbimize ve kendimize duyduğumuz inançtan emin olmalıyız.

Kendi 'olmak ya da olmamak' kuramımızla yüzleşemeyip onu, başkalarının eğlencesine meze edersek, o başkalarının, sonumuzu hazırlayacak fitili ateşleme cürretini bulmasına neden oluruz. Bu eğlence onlar için anlık olsa da, yani bir kulaklarından girip öbür kulaklarından çıksa da o kulaklardan çıkanları, doğruluk çesmesini bulmuşçasına kana kanka içenler olacaktır ve bunu gören küçük ve saygısız insanlar, hayatımızı umarsızca kurcalayacaklardır. 

Diğer taraftan doğruluk çeşmesini bulduğunu düşünenler, artık vicdanlarına gereksinimleri olmadığını düşünerek kalplerini, kendilerinden uzakta, ayağa düşmüş cılız bir alevin üzerinde yavaş bir ölüme terk edebilirler. Bu terkediş sadece kendilerine zarar vermez, bir yandan da başkalarının kafalarını karıştırırlar. Bu karışan kafalardan uzanan eller, dili kullanarak az önce bahsettiğim cılız ve hayırsız alevi taşıyan ayakları yukarıda tutar. 

Tüm bunlar yaşanırken durum öyle bir hal alır ki ilerlemek için büyük adımlar atması gereken insanlık, bu adımlar için büyük ayaklara sahip olması gerektiğini düşünecek kadar yüzeysel bir anlayışa gerileyebilir; bu ruh halindeyken de kalemini -ilerleme aracı olarak kullanmak yerine- o büyük ayaklarını gıdıklama, eğlenme ve ego tatmin etme aracı olarak kullanabilir.

Ve tüm bunların karşılığında elde edebileceğimiz şey -en fazla- bir köpeğin bize yönelmiş şaşkın bakışları olabilir. 

İşte bu yazı -bu cümleye dek- yerinde sayan büyük ayaklarımı gıdıklama amacıyla kullandığım bir kalemin ürünüdür aslında ve bu yazıya ancak bir köpek şaşırabilir fakat bunu kabul edip açıkça yazdıktan sonra bu yazı, ilerleme adına küçük bir ayakla atılmış büyük bir adım haline gelmiştir. Artık bu yazıya insanlar da şaşırabilir.



Not: Bu yazı, başta yer alan fotoğraftan yapılan çıkarımlarla oluşturulmuştur. Bu nedenle fotoğrafla birlikte okunması tavsiye olunur.               

1 Şubat 2015 Pazar

Hotiç Basın İlanının Umberto Eco Yaklaşımıyla Analizi


Görsel çözümlememi, öncelikle, ilandaki ögelerin kendi içlerindeki anlamlarını, ardından detaylarıyla birlikteki değerlendirmelerini, son olarak da diğer ögelerle aralarındaki olası anlam bağlarını ve kompozisyonun bütününe dair kendi yorumumu ortaya koyarak yapacağım.

Ögelerin kendi içlerindeki anlamları
Görüldüğü üzere, ilanda ilk göze çarpanlar, çıplak bedeni urganla sarmalanmış gülen bir kadın ve bir çengelden/kancadan/ipten sarkan urganda/halatta asılı duran bir kundura.
Yani kollektif çözümleme esnasında bahsedeceğimiz detaylar haricinde, kompozisyonu oluşturan ve ön planda olan nesneler;

- Kanca/Çengel/İp
- Halat/Urgan
- Kadın
- Kundura/Ayakkabı
-Gizli Öge Olarak Erkek/Adam


İlk olarak kancadan/çengelden başlayacak olursak, sözlük anlamı olarak;

- Bir şey çekmeye yarar saplı çengel,
- Herhangi bir şeyi asmaya yarayan ters soru işareti biçiminde metal parça,
- Isıtma kazanının ocak takımından bir aracı gibi açıklamalarla karşılaşıyoruz.


Kanca ve çengel üretim şekilleri ve yapıları itibariyle birbirlerinden farklı nesneler olsa da günlük kullanımda gerçek anlamlarından sıyrılıp birbirlerinin yerine geçecek şekilde kullanıldıklarından bunları hem kendi içlerindeki tanımlamalarını hem de birbirlerinin yerine geçtikleri kullanımları kayda alacağım. Kancanın/çengelin dilimizde deyim halinde kullanımlarına baktığımızda;

-
Kancayı takmak (atmak): (deyiminin anlamı) 1. Bir kimseyle uğraşmak, kafayı takmak. 2. Bir kimseye yada bir şeye musallat olmak.
- Çengel de bir döngel de(deyiminin anlamı) "Ne olacaksa olsun" anlamına gelen bir söz.
- Çengel takmak(mecazi) Uğraşmak yada kötülük etmek için el atmak.

- Çengelde kokmuş etim yok: "Kızım henüz evde kalmış değil" anlamında bir söz açıklamalarıyla karşılaşmaktayız.

Ayrıca kanca atmak tabiri, ülkemizde, evlere kaçak elektrik temin etme yöntemini tanımlamak için kullanılan bir söz öbeğidir.

İkinci olarak halat/urgan/ipe geçecek olursak; halat, urgan ve ip, kanca ve çengelde olduğu gibi birbirlerinin yerine geçecek şekilde kullanıldıklarından bunları hem kendi içlerindeki tanımlamalarını hem de birbirlerinin yerine geçtikleri kullanımları kayda alacağım.


Halat nedir?

Üç veya daha fazla telden örülmüş kalın ip. Çelik veya keten, naylon vb. maddelerden yapılabilir. Denizciler çevresi 2.5-3 cm’den daha fazla kalın olanları halat olarak kabul ederhalat
Halat yapımında kullanılan en sağlam lifler, sisal keneviri ve meyve vermeyen muz ağaçlarından elde edilir. Bu ağaçlar dünyada en çok Filipin Adalarında bulunur. Halat, kenevir lifi ve hint keneviri gibi yumuşak liflerden de yapılır. On dokuzuncu yüzyılda daha dayanıklı halatların yapımından öncesine kadar, kenevir lifi geniş çapta kullanılmaktaydı.
Halat yapımı, lifin türüne bağlı olmaksızın aynı sistemle yürütülür. İlk önce örmeye hazırlık olarak lifler uzatılıp birleştirilir. Lifler bobinlere sarıldıktan sonra bunu eğiren bir makinadan geçirilerek halat telleri yapılır. Son safha, telleri halat haline sokmaktır. İstenilen kalınlığa göre örme işlemi yapılır. Halatın kalınlığı tel sayısına bağlıdır.
Son zamanlarda sun’i lifler, tabii liflerin yerini almaya başladı. İkinci Dünya Savaşı öncesinde sun’i lif olarak ilk defa naylon kullanıldı. Naylon halatlar fazla elastikiyete sahiptir. Diğer sun’i lifler dakron ve polyethylene lifleri dahildir.
Halatlar insanların çok eskiden beri ürettiği ürünlerden biridir. İlk zamanlarda ağaçları bağlamak, ağ yapmak ve derin vadiler üzerinde köprü yapmak maksadıyla kullanıldı.Halat, insanların denize açılmalarından beri denizcilerin ana techizatlarından biridir. Bazı milletler halatı, kalasları gemilerinin iskarmozlarına bağlamada kullanmıştı.

Urgan nedir?
Keten, kenevir, pamuk, jüt gibi türlü dokuma maddelerinden yapılan ince halaturgan

İp nedir?
Alm. Strick (m), Seil (n); Faden (m), Fr. Corde (f), cordeau (m); fil (m), İng. Rope, cord; thread. Keten, kenevir, pamuk, yün, kıl ve ipekten tabiî, birleşiklerden sun’î olarak hazırlanan türlü vasıflarda yapılan dikiş ve dokuma sanâyiinde kullanılan tel hâlinde madde. Eğirme, bükme, örme, çekme ve îmâl etme sûretiyle ip yapılır. Günlük hayatta, dokuma-tekstil sanâyiinde, tıp, biyoloji, denizcilik ve çeşitli dallarda ip-iplik deyimi kullanılır. İnsanlığın başlangıcından beri ip bilinmektedir. İlk insan, ilk peygamber olan hazret-i Âdem devrinde iplik yapılıp, kullanılırdı.

Sicim, urgan, halat gibi kalın ipler; iplik hâline getirilmiş ince tellerin bir araya getirilerek istenilen kalınlığa göre bükülmesiyle yapılır. Yalnız bu büküm işlemi yapılırken büküm yönü daimâ bir önceki büküm yönüne ters yönde gelecek şekilde yapılır. 


İp ile ilgili Atasözleri, Deyimler ve Anlamları

İçinde "ip" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları.
İp, inceldiği yerden kopar: (atasözünün anlamı) Bir konudaki gerginlik, en duyarlı noktada sorunu çözümsüz bırakır.
İp koptuğu (kırıldığı) yerden bağlanır (ulanır): 1. Bir kırgınlık, onun nedeninin giderilmesiyle ortadan kalkar. 2. Bir iş, bozulan noktaların düzeltilmesiyle sonuca vardırılır.

İçinde "ip" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları.
İp kaçkını: (deyiminin anlamı) (İpe çekilecek derecede) Serseri ve kötü kimse.
İp parası vermek: Birini başından savmak, kabaca kovmak.
(Birine) İp takmak: Birinin kötülüğüne çalışmak, arkasından kötü söylemek, kara çalmak, çekiştirmek.
İp takmamak: (argo) Değer vermemek, aldırış etmemek, dinlememek.
İpe basan: (argo) Sersem, budala, aptal.
İpe çekmek: Asarak öldürmek.
İpe sapa gelmemek: Birbirini tutmamak, birbirine uymamak yada akla yakın olmamak.
İpe un sermek: (deyiminin anlamı) Olmayacak nedenler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak.
İpi çözmek: (halk dilinde) (Biriyle) İlgisini kesmek.
İpi çürük: Güvenilmez kimse.
İpi kırık: (argo) Sorumsuz, başıboş, serseri.
İpi kırmak: (argo) Sıvışmak, savuşup gitmek.
İpi koparmak: Aradaki anlaşmazlığı iyice derinleştirmek, ilişkileri bütünle kesmek.
İpi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz anlamsız, tutarsız.
İpin ucu birinin elinde olmak: İşi biri çevirir olmak.
İpin ucunu kaçırmak: (teklifsiz konuşmada) Ölçüyü aşarak bir işi çıkmaza sokmak, bir şin idaresine hakim olamayacak duruma gelmek.
İpini boyamak: Bir işi ustalıkla becermek.
(Birinin) İpini çekmek: Birini ölçülü davranmaya zorlamak, doğru yola sokmak için uyarmak.
İpini kendi eliyle çekmek: Kendi felaketini kendi hazırlamak.
İpini kesmek: (argo) 1. Ayrılmak, savuşmak, kaçmak. 2. (Birini) Parasız bırakmak.
İpini kırmak: (halk dilinde) Azmak, ele avuca sığmaz bir duruma gelmek.
İpini kırmış: Başıboş, haylaz, serseri.
İpini koparmak: Serbest kalmak, azmak, serserilik etmek.
İpini sürümek: Cezayı hak edecek suç işlemek, bela aramak.
İpini sürüyüp gezmek: Başıboş dolaşıp vakit öldürmek.
İpini üstüne atmak: Başıboş bırakmak.
İpinin kıvrığı çözülmek: Bir konuda, birine adaletsiz davranmaya yönelmek, haksızlık etmek.
(Birinin) İpiyle kuyuya inilmez: (deyiminin anlamı) Kendisine güvenilmez.
(Bir zamanı) İple çekmek: (O zamanın gelmesini) Sabırsızlıkla beklemek.
(Bir işin) İpleri birinin elinde olmak: O işi el altından çekip çevirmek, biri tarafından gizlice yönetilmek.
İpten kazıktan kurtulmuş (kaçmış): Her türlü kötülüğü yapacak nitelikte olan, serseri.
İpten kuşak kuşanmak: Yoksul düşmek, yoksullaşmak.

Üçüncü ögemiz olan kadına gelecek olursak:

Kadın, yetişkin dişi cinsiyetinde olan insandır. Türkçe'ye kadın kelimesi, Soğdca'daki χwatēn sözcüğünden önce katun olarak sonra ise ses değişimine uğrayarak kadın ve hatun olarak iki farklı şekilde girmiştir.
Kadınlara yüklenen en önemli toplumsal rol, analıktır. Kadınlar, toplumsal olarak desteklenmediklerinde ve güçsüz kaldıklarında, annelik rollerini de gereği gibi yerine getiremezler.

Kadınlar, anneliğin yanı sıra, evin idaresinden de sorumludurlar. Ev işleri, yapıldığı sürece farkına varılmayan, ancak yapılmadığında görülebilen, bu nedenle de “görünmez” denen işlerdir. Ev işlerinin bir özelliği de maddi bir karşılığının olmaması, “çalışma” tanımına girmemesidir. Ev kadını, çocuk sayısına ve yaşına da bağlı olarak günde ortalama on-on iki saat çalışır. Ancak herhangi bir sosyal güvencesi olmadığı gibi, geçinmek için de kocasına bağımlıdır.
 Kadınların çoğu çalışma hayatına yeterince katılamamaktalar. Kadınlar, toplumsal olarak “ev kadınlığı” ve “analık”ın uzantısı olan işlevleri yerine getirirler. Kadınlar ücretli çalışmaya katıldıklarında da, asıl sorumluluklarının ailelerine karşı olduğu düşünülür, bu nedenle de çalışma hayatında erkeklerle eşit kabul edilmeleri zordur. Aile sorumluluklarının ve anneliğin bir uzantısı gibi sayılan işler yaparlar: hemşirelik, hastabakıcılık, öğretmenlik, sekreterlik gibi.

Kadınlar, ailenin namusu olarak görülürler. Kadınların hareket alanları erkeklerden çok daha dardır. Çünkü yakın akrabalar ve komşular dışındaki ilişkilerin onların namusuna zarar verebileceği düşünülür. Bu nedenle de eğitime ve çalışmaya katılmaları, toplumsal faaliyetlerde bulunmaları engellenir, engellenmediğinde de çok sıkı bir denetim altında tutulurlar.



Kadın ile ilgili Deyimler, Atasözleri ve Anlamları
İçinde "kadın" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları.
Kadın kadıncık: Evini iyi çeviren, kendi halinde kadın.
Kadın olmak: Evini, kocasını yönetmesini iyi bilmek.
Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası: (deyiminin anlamı) Yasa dışı, ve geleneğe aykırı ilişkiler kadınlar için yüz karası olduğu halde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payı çıkarırlar.
Kadınlar hamamı: Herkesin birden konuştuğu, çok gürültü edilen yer.

 

İçinde "kadın" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları.
Kadının fendi erkeği yendi: (atasözünün anlamı) Kadınlar, erkeklerden daha kurnazdırlar. Türlü türlü oyunlarla erkekleri kandırırlar.
Kadının (cahilin) sofusu, şeytanın maskarası: Sofu kadınlar, kendilerini bilinçsizce ibadete adayarak evleriyle, işleriyle gerektiği gibi ilgilenemezler.
Kadının şamdanı altın olsa mumu dikecek erkektir: Kadının çeyizi ne kadar zengin, yardımı ne ölçüde çok olursa olsun, evin giderlerini karşılayan erkektir.

İlanımızdaki son görsel öge olan kundurayı açıklamak gerekirse:

Kundura, kaba işlenmiş, bağsız, konçsuz ayakkabı. Türkçeye İtalyanca condura sözcüğünden geçmiştir.

Kundura kendisine herhangi bir deyim ya da atasözünde yer bulamasa da toplumun büyük kesimi tarafından bilinen ve sevilen iki türküde yer almıştır.

Ayağında Kundura

Ayağında kundura
Yar gelir dura dura
Genç ömrümü çürüttüm
Göğsüme vura vura

Ölürem ben ölürem
Nere gitsen gelirem
Ben bir yetim çocuğam
Arar seni buluram vay

Çıktım kerpiç duvara
El ettim eski yara
Eski yar şöyle dursun
Can kurban yeni yara

Ölürem ben ölürem
Nere gitsen gelirem
Ben bir yetim çocuğam
Arar seni buluram vay

Kundurama kum doldu

Kundurama kum doldu, atmaya kürek gerek

Nazlı yârin yanında yatmaya yürek gerek

Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay canım nanay
Nanay gülüm nanay

Duvarda elek m'olur, el kızı melek m'olur
Kör olası kaynana kapıda henek m'olur

Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay canım nanay
Nanay gülüm nanay

Duvara mıh çakaram, sen sallan ben bakaram
Mendilin kirlendikçe sen gönder ben yıkaram

Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay canım nanay
Nanay gülüm nanay

Gizli Öge Olarak Erkek/Adam

Erkek, İnsan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek biçimde yaratılmış cinsten olanı.
Kopça, çıtçıt, elektrik fişi, geçme vb. gibi birbiri içine girerek bir iş gören yada bütünleşen iki şeyin çıkıntılı olanı.Sözünde duran, güç durumlarda arkadaşlarından ayrılmayan. Yetişkin adam, kadın karşıtı.
Erkekler, her şeyden önce, ailenin geçiminden sorumlu kabul edilirler. Erkeklerin böylesine güç bir rolü üstlenmeleri, onların hayatın güçlükleri karşısında endişeye kapılsalar bile bunu başkalarıyla paylaşamamalarına yol açar. Çünkü ailenin geçindirilmesi, bir erkeğin cinsiyet rolünün bir parçasıdır ve bu rolü üstlenmeyle ilgili sorunlar, onun cinsiyet rolünü gereği gibi yerine getirememesi anlamına gelebilir.

Erkekler, hem aile düzeyinde hem de toplumsal düzeyde, karar verici olarak görülmektedir. Ailenin geleceğini etkileyecek türde kararların verilmesi, son derece güç ve ağır bir sorumluluktur.

Erkek ile ilgili deyim, atasözü ve anlamları

İçinde "erkek" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları.
Erkek Fatma (Ayşe): (deyiminin anlamı) Erkek gibi sert davranışları olan kızlar için kullanılır.
Erkeklik öldü mü? Haksızlığa karşı koymak, mertlik göstermek gerekir anlamında söylenir.
Erkeklik sende (bende) kalsın: Karşındakinin yakışıksız davranışına uyup da tatsızlık çıkarma, efendice davran.

İçinde erkek sözcüğü geçen atasözleri ve anlamları
Erkek aslan aslan da, dişi aslan aslan değil mi? (atasözünün anlamı) Güçlülük ve yüreklilik yalnız erkeklere özgü değildir. Kadın da güçlü ve yürekli olabilir.
Erkek koyun kasap dükkanına yakışır: Miskin erkek, yaşamaya layık değildir.
Erkek sel, kadın göl: Ev ekonomisinde, tutumlu olan yada olması gereken erkek değil, kadındır.

Ögelerin Detayları Dahilinde Değerlendirmesi

Ön planda olan ögelerin açıklamalarının ardından, bu ögelerin ilandaki durum ve tavırlarını irdelemeye geçebiliriz.

- Kadın


Öncelikle ilandaki kadın çıplak, gülen, halatlara/urganlara dolanmış, kendine sarılmakta, saçları dağınık ve savrulmuş bir halde resmedilmiş.

Çıplak kadın, farklı toplum ve kültürlerde farklı anlamlar içermektedir.

 Kimi kültürlerde kendisine  günahsızlık, saflık, temizlik, masumiyet, güzellik, huzur, keyif, cinsel haz gibi pozitif karşılıklar bulurken kimilerinde de ahlaksızlık, günahkarlık, baştan çıkarıcılık, şeytanilik, kirlilik, çirkinlik gibi negatif karşılıklar bulmaktadır. Ayrıca bir kadının çıplak olarak adlandırılması da kültürler arasında farklılık göstermektedir. Bazı kültürlerde kadının ellerinin, ayaklarının, yüzünün açık olması çıplaklık olarak adlandırılırken bazılarında bu tanımlama, cinsel bölgelerin kapalı olması, bazılarında ise üzerinde hiçbir giysi olmaması durumunda yapılabilmektedir.

Çıplaklıkta olduğu gibi bir kadının gülmesi de farklı toplum ve kültürlerde farklı anlamlar barındırmaktadır. Bazı kültürlerde kadının gülmesi iffetsizlik, hafiflik, sıradanlık, kötülük ve çirkinlikle bağdaştırılırken bazı kültürlerde ise bu durum güzellik, zerafet, samimiyet, mutluluk, iyi niyet, sevecenlik ve iyilikle bağdaştırılmaktadır. Yine çıplaklıkta olduğu gibi bir kadının gülüşünün de farklı derecelerde farklı anlamlandırmaları vardır. Kimileri bir kadının hafif tebessümlerin dışına çıkmayışını fazla tutucu bulurken kimileri de kahkahalar atmasını hafif meşrep olmakla bağlantılandırır.

Bir kadının kendine sarılması, kendisiyle ve bedeniyle barışık olduğunu kendini sevdiğini ortaya koyabileceği gibi kimi çevrelerce sapkınlık olarak da adlandırılabilir hele ki bu kadın aynı anda çıplaksa ve gülüyorsa.

Halatlarla sarmalanmış bir kadın tutsaklığı ve tahakküm altında olmayı çağrıştırabildiği gibi erotizmi ve sadakati de çağrıştırabilir.

Saçları dağınık bir kadın ise yine iffetsizlik kapsamında değerlendirilebileceği gibi özgür, coşkulu, neşeli, hareketli ve hayat dolu gibi tanımlamalar kapsamında da değerlendirilebilir.

- Kanca/Çengel

Kanca/Çengel insanlarda -Müslüman coğrafyalar ağırlıkta olmak üzere- kesilen bir hayvanın, gerekli ve istenen bölümlerinin istenmeyenlerden ayrılması sürecinde üzerine asıldığı bir aparat çağrışımı yapar. Bu eylemle işi gereği ilgilenenlerin dışında kalanlar, bu eylemle kurban bayramında karşılaştıklarından dolayı kanca/çengel Müslüman kitlelerde ilk olarak kurbanlık çağrışımı yapmaktadır.

Ayrıca kanca/çengel Müslüman toplumuna yüzyıllarca önderlik etmiş bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nda bir işkence/idam aleti olarak kullanılan doğu kökenli bir ceza yöntemidir.


Günümüzde ise batı toplumunda, kanca/çengel, çeşitli cinsel birliktelik fantezilerinde kullanılan bir araç olduğundan dolayı, erotik bir imge çağrışımı yapmaktadır.


-Halat/Urgan/İp

İlandaki halat/urgan/ip gevşek ve çözülmüş bir halde; bir kısmı, kancaya/çengele asılı halde kundurayı/ayakkabıyı zayıf bir güçle, her an düşecekmişçesine topuğundan tutarken bir kısmı ise kadının bedenine dolanmış şekilde görülmekte.

Halat/urgan/ip çeşitlü kültürlerde efsanelere konu olmuş mitolojik bir ögedir. Gordion düğümü, Büyük İskender'e atfedilen bir söylencedir. Genellikle, çözümü zor bir sorunun kaba kuvvetle halledilmesi anlamında metafor olarak kullanılır.
Yeni bir lider arayışında olan Friglere bir kahin tarafından, şehre öküz arabası ile giren ilk adamı kral ilan etmeleri söylenir. Bu kişi kağnısıyla kente giren yoksul bir köylü, Midas'ın babası, Gordios olur. Gordios, kral ilan edildikten sonra öküz arabasını Frig tanrısı Sabazios (Yunanlar Zeus olarak adlandırır) için tapınağa adar. Araba kızılcık dallarından bir düğümle tapınağa bağlanmıştır ve bu düğümü çözecek kişinin Asya'nın hakimi olacağı söylentisi ile ünlenir.Büyük İskender, Gordion'a geldiğinde (MÖ 334) düğümü çözmeye çalışır ama başaramaz. Sabrı tükenince öfkeyle kılıcını çekip düğümü keser. İskender, gerçekten de Pers İmparatorluğu'nun fatihi ve Asya'nın hakimi olma yolundadır. Ancak 33 yaşında ateşli bir hastalıktan zamansızca ölümü bilgelerce İskender'in Gordion düğümünü çözmek yerine sabırsızca davranmasının cezası olarak yorumlanır.

Ayrıca Türk mitolojisindeki büyülü urgan (sihirli halat) istenildiği kadar uzar, bu uzunluğu kendisi ayarlar. Göğe doğru uzanabilir. Hint kültüründe müzikle uzar.

-Kundura/Ayakkabı

İlandaki açık kagverengi ayakkabı teki bir erkeğe ait. Kancadaki/çengeldeki halata/urgana topuğundan baş aşağı asılı kalmış vaziyette. Eğreti duruşu uzun zamandır orda olmadı muhtemelen ayaktan yeni çıkmış izlenimini vermekte.   Ayakkabının ve ayaktan ayakkabı çıkarılmasının çeşitli görüşlerde farklı anlamları vardır. Kimi kültürlerde haneye ayakkabıyla girilirken kimilerinde bu büyük bir olumsuzlukla karşılanır. Ayrıca başta doğu kültürleri olmak üzere, birçok dinde, kutsal mekanlara ayakkabıyla girilmez.

Ayakkabı çıkarmak bilinçaltında
kişinin içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan, kendisini sürekli yiyip bitiren ruhsal sancılarından vazgeçip, yeni bir hayata başlamak üzere olduğunu ve bunun için harekete geçeceğini bildirir. Ayakkabı çıkarmak sıkıntıları atmak ve rahata ermek anlamlarına geldiği gibi, yeni bir aşkın da haberini verir. Güzel gelişmeler olacağına, kişinin eskisine göre çok daha akılcı ve mantıklı davranarak, hayatını çok daha iyi bir hale getireceğine de işaret eder.

Batı kültürüne ait Cinderella adlı masalda ise sevdiği adamın yanından dış faktörler dolayısıyla ve aceleyle ayrılmak zorunda olan genç kızın, bu ayrılış esnasında ayakkabısının tekini düşürmesi ve ardından sevdiği adamın genç kıza bu ayakkabı teki sayesinde kavuşması anlatılır.


Ögeler arası olası anlam bağlantıları ve kompozisyonun bütününe dair yorum


Ögelerin farklı kültürlerde farklı değerlendirilmelerinden dolayı bunların aralarındaki bağlantılar ve kompozisyonun bütününe dair değerlendirmem de birden fazla olacak.

Gülen, çıplak vücuduna sarmalanmış halatlar olan saçları dağınık kadın, her erkeğin elde etmeyi arzuladığı ve her kadının da içinde bir yerlerde olan güzel, seksi, neşeli, hınzır, canlı, hareketli, ateşli, çapkın, arzulu, doyumsuz kadını betimleyebilecek bir örnek olarak kabul edilebilir.

Böyle bir kadını arzulayan erkekleri, o kadının az önce saydığımız özelliklerinden dolayı birer kurban olarak adletmemiz yanlış olmaz. Zira tıpkı dişi bir karadul örümceğinin erkeğini çiftleşmeden sonra öldürmesi gibi böyle güzel, seksi, neşeli, hınzır, canlı, hareketli, ateşli, çapkın, arzulu ve doyumsuz bir bir kadını elde ettikten sonra yerini bir başka erkeğe bırakmak, bir erkek için ölüm dolayısıyla kurban olma manasına gelebilir.

Ayrıca,
kancanın/çengelin, doğu toplumunca, kesilen bir hayvanın, gerekli ve istenen bölümlerinin istenmeyenlerden ayrılması sürecinde üzerine asıldığı bir aparat olarak ele alınmasıyla, istenilenin elde edilmesinden sonra geri kalanın atıldığı algısı yaratıldığını ve bu durumun bir erkek için Osmanlı’da uygulanan çengele asma ceza sistemi kadar acı verici olduğunu söyleyebiliriz.  Kancanın/çengelin bir şey çekmeye yarar saplı çengel, herhangi bir şeyi asmaya yarayan ters soru işareti biçiminde metal parça, ısıtma kazanının ocak takımından bir aracı, yapışıp ayrılamamak, ilişki kurmayı başarmış olmak gibi sözlük anlamlarına baktığımızda bu bağlantıları kurabildiğimiz gibi kancanın/çengelin dilimizde deyim halinde kullanımlarına baktığımızda da;  -Kancayı takmak (atmak): (deyiminin anlamı) Bir kimseyle uğraşmak, kafayı takmak. 2. Bir kimseye yada bir şeye musallat olmak. Çengel de bir döngel de(deyiminin anlamı) "Ne olacaksa olsun" anlamına gelen bir söz. Çengel takmak(mecazi) Uğraşmak yada kötülük etmek için el atmak. Çengelde kokmuş etim yok: "Kızım henüz evde kalmış değil" -
bu bağlantıları kurabilmekteyiz.

Halat/urgan/ipin tanımlamalarını yaparken ortaya koyduğumuz üretim süreçleri, tıpkı bir örümceğin ağı gibi meşakkatli bir süreç sonunda oluştuğundan ve tanımlamadakiSicim, urgan, halat gibi kalın ipler; iplik hâline getirilmiş ince tellerin bir araya getirilerek istenilen kalınlığa göre bükülmesiyle yapılır. Yalnız bu büküm işlemi yapılırken büküm yönü daimâ bir önceki büküm yönüne ters yönde gelecek şekilde yapılır.’ bölümünden hareketle bu halatı/urganı/ipi, erkekleri ağına düşüren aynı kadının ‘her biri iplik hâline getirilmiş ince teller’ olan, az önce saydığımız güzellik, seksilik, hınzırlık, canlılık vb. özelliklerini bir araya getirerek istediği kalınlığa göre bükmesi ve tıpkı bükme işlemindeki gibi, kadın-erkek ilişkilerindeki temel oyun kuralı olan, her defasından bir öncekinin tersi yönünde –bir iyi, bir kötü- davranması, ilandaki halat/urgan/ip kullanımının çözümlemesi olarak ortaya konabilir.

Ayrıca ipin dilimizde atasözü ve deyim halinde kullanımlarını ilandaki kompozisyona yönelik şekilde açıklamak gerekirse:

İp, inceldiği yerden kopar: Bir konudaki gerginlik, en duyarlı noktada sorunu çözümsüz bırakır. (Kadının doyumsuzluğunun adamı kaçmak zorunda bırakması veya her erkeğin arzuladığı bu tip bir kadınla birlikte olan fakat ona bağlanarak köle yahut kurban olmak istemeyen çapkın adamın arkasında sadece ayakabısının tekini bırakarak kaçması.)  

 İp koptuğu (kırıldığı) yerden bağlanır (ulanır): 1. Bir kırgınlık, onun nedeninin giderilmesiyle ortadan kalkar. 2. Bir iş, bozulan noktaların düzeltilmesiyle sonuca vardırılır. (Mevzubahis kadının kaçan erkeğin/kurbanın ardından depreşen arzusunu yeni bir erkeği bağlamasıyla sağlaması yahut karşı cinse bağlanmaktan korkarak kaçan çapkın erkeğin yine ona benzer bir başka kadına yönelmesi)

İp kaçkını: (deyiminin anlamı) (İpe çekilecek derecede) Serseri ve kötü kimse. (Kaçarken arkasında ayakkabısının teki kalan çapkın ve bağlanmaktan korkan adam)
İp parası vermek: Birini başından savmak, kabaca kovmak. (Tatmin olan kadının erkeğe özgürlüğünü vermesi)

(Birine) İp takmak: Birinin kötülüğüne çalışmak, arkasından kötü söylemek, kara çalmak, çekiştirmek. (Erkeği sadece tatmin aracı olarak gören kadın)

İp takmamak: (argo) Değer vermemek, aldırış etmemek, dinlememek. (Erkekleri tatmin aracı olarak gören, sürüsüne bereket zihniyetiyle onlara değer vermeyen, bu yüzden ipini sağlam bağlamayan kadın)

İpe basan: (argo) Sersem, budala, aptal. (Bu tip kadınların kurbanı olan erkek)

İpe çekmek: Asarak öldürmek. (Güzelliği, cazibesi vb. özellikleriyle kadının erkeği öldürmesi)

İpe sapa gelmemek: Birbirini tutmamak, birbirine uymamak yada akla yakın olmamak. (Ne istediğini bilmeyen erkeğin soluğu her seferinde farklı kadınlarda alması)

İpe un sermek: (deyiminin anlamı) Olmayacak nedenler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak. (Sözkonusu erkeğin çeşitli bahanelerle bağlanmaktan kaçması ya da kadının yeni kurbanlar için eskinin gitmesini sağlayacak bahaneler uydurması) 

İpi çözmek: (halk dilinde) (Biriyle) İlgisini kesmek. (Kadının erkeği özgür bırakması, kurbanını serbest bırakması)

İpi çürük: Güvenilmez kimse. (Sevilemeyecek ve bağlanılamayacak kadın)

İpi kırık: (argo) Sorumsuz, başıboş, serseri. (Kadının elinden kaçan, çapkın ve bağlanmaktan korkan erkek)

İpi kırmak: (argo) Sıvışmak, savuşup gitmek. (Sözkonusu erkeğin kaçma aylemi)

İpi koparmak: Aradaki anlaşmazlığı iyice derinleştirmek, ilişkileri bütünle kesmek. (Sözkonusu erkeğin kaçma aylemi)

İpi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz anlamsız, tutarsız. (Sözkonusu erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkiler)

İpin ucu birinin elinde olmak: İşi biri çevirir olmak. (Sözkonusu erkeğin yahut kadının mevcut ilişkinin hakimi olması)

İpin ucunu kaçırmak: (teklifsiz konuşmada) Ölçüyü aşarak bir işi çıkmaza sokmak, bir şin idaresine hakim olamayacak duruma gelmek.  (Kadının, istekleriyle erkeği elinden kaçırması)

İpini kendi eliyle çekmek: Kendi felaketini kendi hazırlamak. ( sözkonusu kadının ağına düşen erkek)

İpini kesmek: (argo) 1. Ayrılmak, savuşmak, kaçmak. 2. (Birini) Parasız bırakmak. (Çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin kaçması)

İpini kırmak: (halk dilinde) Azmak, ele avuca sığmaz bir duruma gelmek. (O kadından o kadına giden çapkın erkek)

İpini koparmak: Serbest kalmak, azmak, serserilik etmek. (Çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin eylemi)

İpini sürümek: Cezayı hak edecek suç işlemek, bela aramak. (Çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin eylemi)

İpini sürüyüp gezmek: Başıboş dolaşıp vakit öldürmek. (Çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin eylemi)
.
(Birinin) İpiyle kuyuya inilmez: (deyiminin anlamı) Kendisine güvenilmez. (Sözkonusu kadının sevilemeyeceği ona bağlanılamayacağı)

(Bir zamanı) İple çekmek: (O zamanın gelmesini) Sabırsızlıkla beklemek. (Sözkonusu kadının yeni kurbanını beklemesi)
(Bir işin) İpleri birinin elinde olmak: O işi el altından çekip çevirmek, biri tarafından gizlice yönetilmek. (İlişkinin kadın tarafından yönetilmesi, karar verici unsurun sözkonusu kadın olması)

İpten kazıktan kurtulmuş (kaçmış):
Her türlü kötülüğü yapacak nitelikte olan, serseri. (Çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin eylemi)
şeklinde özetliyebiliriz.

Ayrıca, Halatın/urganın/ipin çeşitli kültürlerde efsanelere konu olmuş mitolojik bir öge olduğuna dair örnekler vermiştik. Nasıl ki Gordion efsanesinde İskender'in Gordion düğümünü çözmek yerine sabırsızca davranarak kesmesi onun erken yaşta ölümüne neden olduysa, çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin sevmek için sabretmemesi, kaçması, soluğu bir o kadında bir bu kadında alması veyahut ilandaki kadının, yeni erkekler ve hazlar için sabırsızlanması da tıpkı İskender gibi istediklerini tam anlamıyla elde edememelerine neden olacaktır.


İlanda yer alan kadının sahip olduğu detaylarla farklı toplum ve kültürlerde farklı nitelendirildiğinden bahsetmiştik.  Bizim kültürümüzdeki yerini değerlendirme açısıdndan kadın sözcüğünün
atasözü ve deyim halinde kullanımlarını ilandaki kompozisyona yönelik şekilde açıklamak gerekirse:

Kadın olmak: Evini, kocasını yönetmesini iyi bilmek. (Tüm arzulanan özelliklerine rağmen, ilandaki kadın erkeğini elinden kaçırmış, onu yönetememiştir veyahut kadın olmak deyimini tam anlamıyla yerine getirmektedir zira tekrar döneceğini bilerek, istemediği anda gitmesini sağlamıştır kaldı ki erkek kendi gittiğini düşünmektedir.)

Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası: (deyiminin anlamı) Yasa dışı, ve geleneğe aykırı ilişkiler kadınlar için yüz karası olduğu halde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payı çıkarırlar. ( İlandaki durum bu deyimin tam tersi gibi görünmektedir. Zira kadın mutlu, neşeli ve yaptığından keyif alan ve bundan rahatsızlık duymayan bir haldedir.)
Kadının fendi erkeği yendi: (atasözünün anlamı) Kadınlar, erkeklerden daha kurnazdırlar. Türlü türlü oyunlarla erkekleri kandırırlar. (Söz konusu kandının erkekleri ağına düşürmesi)
Kunduranın ilanda sahip olabileceği olası çıkarımları, önceki açıklamalarımızdan yola çıkarak gerek kendi gerekse diğer kültürler açısından şu şekilde yapabiliriz. Öncelikle, dilimizde kunduraya yönelik atasözü ve deyim olmadığını belirtmiş ve bu boşluğu yine kültürün yapıtaşlarından türkülerle doldurmaya çalışmıştık. Bu türkülerden ilkini ele alalım.

Ayağında Kundura

Ayağında kundura
Yar gelir dura dura
Genç ömrümü çürüttüm
Göğsüme vura vura

Ölürem ben ölürem
Nere gitsen gelirem
Ben bir yetim çocuğam
Arar seni buluram vay

Çıktım kerpiç duvara
El ettim eski yara
Eski yar şöyle dursun
Can kurban yeni yara

Ölürem ben ölürem
Nere gitsen gelirem
Ben bir yetim çocuğam
Arar seni buluram vay


Türküde, ayağında kundura olan çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin ilandaki sözkonusu kadına dura dura geldiği, yani temkinli yaklaştığı çıkarımı yapabiliriz. Buradaki hitap kadına yönelik görünse de aslında sözlerin sahibi ruh eşini, dolayısıyla kendisini aradığından bu hitap kişinin özbenliğine yöneliktir. İkinci ve üçüncü dörtlükte çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin oidipus sendromu yaşadığı ve annesinin boşluğunu dolduracak karşı cinsi aradığı anlaşılmakta. Zira ‘Eski yar şöyle dursun, can kurban yeni yara.’ Dizeleri, bu arayışın beyanı niteliğinde. Bu arayışın kuvveti, ‘Nere gitsem gelirem, arar seni buluram.’ dizelerinden anlaşılmakta. Sürekli yetim olduğunu belirtmesi ise bağlanacağı karşı cins sayesinde babalık vasfını elde edebileceğine, bu şekilde de, yetimlikten dolayı oluşan içindeki eksikliği, kendi oğluna babalık yaparak tatmin edebileceğine inanmasından kaynaklanmakta.

Diğer türkümüze geçecek olursak.

Kundurama kum doldu

Kundurama kum doldu, atmaya kürek gerek
Nazlı yârin yanında yatmaya yürek gerek

Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay canım nanay
Nanay gülüm nanay

Duvarda elek m'olur, el kızı melek m'olur
Kör olası kaynana kapıda henek m'olur

Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay canım nanay
Nanay gülüm nanay

Duvara mıh çakaram, sen sallan ben bakaram
Mendilin kirlendikçe sen gönder ben yıkaram

Amman başım nanay
Ağrıdı dişim nanay
Çok içmişim nanay
Nanay canım nanay
Nanay gülüm nanay

Burada da çapkın ve bağlanmaktan korkan erkeğin, arayışını bir o kadında bir bu kadında sürdürmesinin ne denli aşırı bir boyuta ulaştığını, yollarda kundurasına/ayakkabısına kaçan kumları boşaltabilmek için kürek gerektiği abartısıyla anlatmakta. Nazlı yarin yanında yatmaya yürek gerek demesi de bağlanmaktan ne denli korktuğunu ortaya koymakta ve bu korku öyle bir hal almış ki söz konusu şahıs, başım ağrıdı, dişim ağrıdı, çok içmişim gibi bahanelerle kendisini bağlanmaktan uzak tutmaya çalışmakta. Karşı taraftan gelebilecek olası çıkışları ise, işim var bahanesinin ardına sığınarak ‘Duvara mıh çakaram’ ve ‘Sen sallan ben bakaram’ söylemleriyle geçiştirmeye çalışmakta.

Kundurayla/ayakkabıyla ilgili batıya ait bir kültürel yaklaşımdan çözümleme yapmak gerekirse. Cinderella da olduğu gibi burada da ardında bir ayakkabı teki bırakıp kaçmış bir karakter var. Ancak Cinderella ortamı istemeyerek terk ederken, bizim çapkın ve bağlanmaktan korkan adamımız, başka limanlara demir atmak üzere sırra kadem basmıştır. Ayrıca, bu vakitsiz ayrılışla sükut-u hayale uğrayan prens, ayakkabıyı eline alıp dağ bayır Cinderella’yı ararken, ilandaki kadın ise ayakkabıyı zerre önemsememekte aksine tüm çekici özellikleriyle ördüğü halata/urgana/ipe sarılmakta, yeni kurbanlarının geleceğinden emin olmanın keyfi ve conkunluğuyla kahkahalar atmaktadır.  Bu açıdan baktığımızda ilandaki kompozisyonda zırlık unsurundan yararlanıldığını söyleyebiliriz. 

Sonuç olarak bu basın ilanının çözümlemesinde
-genel olarak- açık ya da kapalı ifadelerle batı ve doğu kültürüne ve erkek ve kadına dair birbirinden farklı iki temel anlayışa ulaştığımızı söyleyebiliriz. Çözümlememizi  ve çıkarımlarımızı çapkın bir erkek üzerinden yapabileceğimiz gibi çapkın bir kadın üzerinden de yapabiliriz. 

Araştırmalarım doğrultusundaki şahsi kanaatim, bu ilanın, doğu ve batı kültürlerinin sentezinde yetişmiş, kadın ve erkek psikolojilerine hakim bir bilinçaltının ürünü olduğu yönündedir.