5 Ocak 2016 Salı

POPÜLER KÜLTÜR ve DİL DEĞİŞİMİ ÜZERİNE


Çocuk: - Anneee! Bana bi waffle kotarır mısın?
Anne: - ‘Tabii ki de’ kotarırım ‘tatlişko’m ama şu an babanın drinkini hazırlıyorum, o zamana kadar sen de homeworkünü içselleştir.
Baba:  Baby, nerde kaldı benim drinkim, valla taşikardim tuttu.
Anne: Ups, Ok aşkitom geldim, relax. Bu kadar acitasyona ne gerek var!
Baba: Yeah! Adamsın baby, adamın dibisin, thanks! Bütün gün ofisteki o vizyonsuz koordinatörlerle uğraşa uğraşa down oldum resmen!
Anne: Hiç sorma, bu sabah bizim departmanda da creative director terör estirdi yine. Bütün motivasyonum düştü. Kendi yapabilitesi perfect sanki! Neyse ki öğlen yeni açılan fast food restoranına gittik de kendime geldim, çok ‘keyifli’ bi ‘suşi’ydi, inanılmaz fresh bi lezzeti vardı!
Baba: Evet ya, ben de denedim orayı; süperdi! ‘Suşi’ ‘candır’ yaa!
Çocuk: Mamiiiii, hala kotaramadın mııı?

Kimilerinize çok garip gelmiş olabilir bu diyaloglar, pardon konuşmalar. Ne pardonu ya hu; afedersiniz! Kimilerinize ise egzajere edilmiş… Afedersiniz, abartılmış gibi gelebilir.
Görüyorsunuz değil mi; öylesine kıskaca alınmışız ki popüler kültürün yarattığı dil değişimine dair bir yazı yazmak bile neredeyse mümkün değil!

Peki, gökten zembille inmişçesine karşımıza çıkan bu kelimeleri, hiç yadırgamadan dilimize, günlük yaşantımıza, kendimize, özümüze dahil etmemiz; adeta, tutkunu olduğumuz futbol takımımıza alınmış yabancı ve ünlü bir futbolcuyu havaalanında karşılamaya gidip öz evladımızı bağrımıza basarcasına kucaklayabilemiz durumu nasıl mümkün olabiliyor?

Ve bu kelimeler, niçin, tutkalı tükenmeyen bir çıkartmaymışçasına, olur olmadık her durumda, her duyguda, her cümlede kullanılabiliyor? Örneğin: keyifli, adamsın, candır!

Sanki insanlar, keyif verici madde nitelemesindeki keyif kelimesini alıp -popüler kültürün ekmeğine yağ sürercesine- olduk olmadık her eylemin, her olay ve olgunun başına yerleştirmeye ant içmişler. Keyifli film, keyifli yemek, keyifli alışveriş, keyifli brunch, keyifli sohbet, keyifli sergi, keyifli kahvaltı… Sanki ‘keyifli’ kelimesi dışında Türkçedeki tüm niteleme sözcüklerinin kullanımı askeri bir darbe ile ikinci bir emre kadar yasaklanmış.

Peki ya ‘adamsın’a ne demeli! Bilindiği gibi adam kelimesi, bazı kültürler tarafından ilk insan olarak adlandırılan Adem isimli kişiden gelir. Yani adam demek insan demektir. İnsan ise biyolojik olarak hayvanlardan bir farkı olmasa da zekası, ahlaki değerleri ve gelişmiş kültürüyle onlardan ayrı ve üstün tutulan hatta yaşadığımız topraklardaki egemen din İslam'da, yaratılmışların en şereflisi olduğu söylenen varlıktır. Yani adam kelimesi öyle her önüne gelene söylenebilecek kadar basit bir kelime değildir, olmamalıdır da! Aksi taktirde, on binlerce yılda tüm insanlığın ortak emeği ile evrilen ve gelişmeye devam eden bu değerli varlık ve kavram, yani insan ve insanlık, adam ve adamlık, anlamını hızla kaybederek ahlaki değerlerini, zekasını ve kültürünü yitirecektir.

Gelelim -örnek olarak üç tanesini verdiğim- çıkartma işlevli kelimelerden en can alıcısına yani ‘candır’a. Her gün, alınacak tedbirler ve uygulamalarla önlenebilecek kazalar ve felaketler yüzünden yüzlerce insanın hayatını kaybettiği, tedhiş yüzünden 30 yılda 40.000 kişinin öldüğü ülkemizde, popüler kültür ögeleri olan twitter candır, selfie candır, para candır, karizma candır, waffle candır, i-phone candır… Gerçek canın -hani az önce içini boşalttığımızı söylediğim insan denen, adam denen varlığın hayatta kalmasını sağlayan şeyi- dışında her şey candır. Belki tam karşılığı değil ama bu durum, aklıma semantik doygunluk kavramını getiriyor. Bunu çocukluğunuzda fark etmişsinizdir. Bir sözcüğü çok defalar üst üste söylediğinizde, sözcük giderek anlamsızlaşır. Son derece sıradan bir nesne bile, semantik (anlamsal) değerini yitirecektir. Deneyin: "ev ev ev ev ev ev..." diye onlarca defa tekrar edin. "Ev" sözcüğü, tekrarlara başladığınız andaki anlamını büyük oranda yitirecek, adeta anlamsızlaşacaktır. Öyle ki, bir noktadan sonra bu sözcük, size veya sizi dinleyen bir kişiye anlamsız ses öbeğiymiş gibi bile gelebilecektir! İşte psikolojide buna "semantik doygunluk" (semantic satiation) denir. Söylediğim gibi, bu çıkartma kelimelerin kullanım sonuçları, bu psikolojik durumun tam karşılığı olmayabilir ancak toplumun karşı karşıya kaldığı tehlikeyi ortaya koyabilmek adına önemli bir çıkarım olabileceğini düşünüyorum.
 Bazı meditasyon tekniklerinde, olumsuz sözcükler (küfür ve hakaretler gibi) 45 saniye gibi sürelerce tekrar ediliyor; bu sayede sözcüklerin nötrleşmesi ve anlamlarını yitirmesi hedefleniyor. Bu, yaygın olarak kabul gören bir psikolojik tedavi yöntemi olmasa da, bazı insanlar rahatsız oldukları sıfatların ("şişko" ya da "açgözlü" gibi) psikolojik olarak yıkıcı etkisinden arınmak için bu tür yöntemlere başvurulabiliyorlar. Ne dersiniz, acaba biz de kaybettiğimiz canların, içini doldurmadığımız insanlığımızın ve bağımlı bir şekilde tükettiğimiz için asla tatmin olmuş bir keyif hali yaşayamamamızın getirdiği olumsuz duygulardan kurtulabilmek için mi bu kelimeleri ‘çıkartma kelimeler’ haline dönüştürdük ve her yere yapıştırıyoruz?


Yabancı, yabancı olmasa uyduruk, uyduruk olmasa düzgün şekilde kullanamadığımız bu kelimeleri dilimize bu denli absorbe etmek… afedersiniz, emmek –aslında söz konusu durumda, bu kelimenin dilimize ait olmayanını kullanmak zorunda olsak dahi o kelime absorbe değil adsorbe olurdu zira absorbe, bir şeyi içine emmek anlamına gelirken adsorbe bir şeyi dış yüzeyine emmektir, tıpkı suyu emen sabunun dış yüzeyinin cıvıklaşması gibi ve tıpkı bugün, dilimizin görünür kısmının cıvıklaşması gibi- bir başarı mı, milli zekamızın ne denli esnek olduğunun bir göstergesi mi, yoksa tam anlamıyla bir milli felaketin habercisi mi?

Tüm bu sorulara, elimden geldiği, gücümün yettiği kadar cevap vermeye çalışacağım bu yazıda, sağlıksız ve dolayısı ile olumsuz kısmından yakındığımız dil değişimi ve bunun başlıca katalizörü (Ne yazık ki TDK da bu kelimenin Türkçesi yok, yine de bu kelimeyi, bu haliyle kullanmak içime sinmediğinden, ona eş değer bir kelime türetmekten ve önermekten, bir yurttaş olarak kendimi alıkoyamıyorum ki o kelime de ‘tepkimeç’ tir.) olan -kimilerine göre çağın vebası kimilerine göre ise ortak ve evrensel değerler üretebilmenin olmazsa olmazı- popüler  kültürün ne olduğuna dair kısa bir bilgilendirmenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Aslında yazının bu bölümüne değişimin ne olduğundan bahsederek başlamak gerekiyor. Toplumlarda değişim kaçınılmaz bir olgudur. Heraklitos “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” sözüyle evrenin belli bir “oluş” sürecine dayalı olarak var olduğunu ve her şeyin değişmeye  mecbur olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Değişim iki yönlüdür. Değişim iyi yönde ise bu bir gelişimdir. Değişim kötü yönde ise buna bozulma ve yozlaşma denebilir. Toplumun kültürel yapısının iyi yönlü bir değişim ile gelişmesi, olması gereken, beklenendir. Ama toplumlararası etkileşim, eskiden güçlü olan toplumların lehinde olduğu gibi, bugün de teknoloji ve ekonomiyi yönlendiren toplumların kültürel yapıları lehinde bir değişim söz konusudur. Toplumun temel yapısını kültür oluşturduğuna göre, bu kavramı ele almakta yarar vardır. Kültür, insanoğlunun doğayı denetim altına almak için yarattığı her şey ve bütün bu çaba sonunda beliren anlamlar, değerler, kurallardır. Burada maddi ve manevi kültür ayrımı ortaya çıkmaktadır. Maddi kültür bütün araç ve gereçleri kapsar. Maddi olmayan kültür ise gelenekler, inançlar ve manevi değerlerle belirlenir. Hiç şüphesiz maddi olmayan kültürün ardında, belirleyici öğe, maddi kültürdür. Maddi kültürün bir parçası olan teknolojinin nasıl kullanılacağını belirleyen öğe de ideolojidir.
Kültürel öğeler bir toplumda ya başka kültürlerden etkilenerek devam etmiş, ya da başka bir kültürel yapının içine kaynaşmış ve bir bileşik hâlini almış ya da o kültürel öğe tamamen başka bir kültürün egemenliğinde eriyip gitmiştir. Kültür; toplumun yaşayış tarzı, tinsel özellikleri, gelenekleri, töreleri, dili, duyuş ve düşünüş birliği, resmi, mimariyi, müziği vb. barındıran tüm sanatsal ürünlerdir. Bir milletin dili, kültürü oluşturan en önemli yapı taşlarından birisidir. Bir milletin diline bakıldığında, o milletin yaşayışı, milli değerleri, gelenekleri daha birçok kültürel özelliğine ilişkin bilgiye ulaşılması mümkündür. Bu kültürel öğenin yapısında meydana gelen gelişim, değişim ve bozulmalarda da aynı şekilde paralellik göstermektedir.

Dil değişimi veya dil dinamizmi bir dilin değişim veya gelişme sürecini belirtir ve dil değişimi tarihsel dilbilimi ile sosyolinguistik'in araştırma alanına girer. Kıyaslama (analoji), başka bir dilden alıntı ve dilde seslerin değişimi kuralı, dil değişiminin asıl itici gücü olarak kabul edilir.

Diller zamanla değişime uğrarlar veya tamamen yok olurlar. Sözcük yazılışlarında, okunuşlarında ya da imla kurallarında oluşan yavaş ve küçük yenilikler birikerek ve büyüyerek bu değişimleri oluşturur. Bir dili konuşan ya da kullanan insanlar yeterince uzun bir süre fiziksel ya da kültürel olarak ayrı yaşarlarsa dilleri farklılaşmaya başlar. Bir lisanı belirgin farklılıklarla konuşan iki insan, birbirlerini anlaya biliyorlarsa ayrı lehçeleri, birbirlerini anlayamıyorlarsa ayrı dilleri konuşuyor olarak kabul edilirler. Dillerin birbiriyle ilişkili olup olmadıklarını anlamakta kullanılan göstergelerden biri de benzer anlamalar taşıyan, benzer yapılı kelimelerdir. Bu şekilde doğal olarak gelişmiş dillerin dışında, yapay olarak geliştirilmiş diller de vardır.

Türkçe zaman içinde aşağıdaki gibi şekillenmiş ve değişmiştir:
- Altay dil ailesi
- Türk dil ailesi
- Güney Dilleri
- Gagavuz Türkçesi (Balkan Gökoğuz Türkçesi) (Türkiye, Avrupa)
- Gökoğuz Türkçesi (Moldova)
- Horasan Türkçesi (İran)
-Türkiye Türkçesi (Türkiye, Avrupa, Kuzey Amerika)

Dil değişimlerinin sebeplerine gelecek olursak: Alman dilbilimci "Peter von Polenz", aşağıdaki durumları dil değişiminin sebepleri olarak adlandırmıştır.

Ekonomi: Ekonomi alanında meydana gelen değişikliklerdir, çünkü konuşmacı veya yazar zaman tasarrufu ve rahatlık sebepleri yüzünden kısaltılmış bir dil kullanır. Günümüz edebiyatında "ekonomi" kavramı bağlam içerisinde bir talebin-kullanmanın-analizin sonucu olarak anlaşılır. O hâlde belirli bir amaca ulaşmak için "kendimi nasıl ifade edebilirim" sorusu akla gelir.

Yenileşim (İnovasyon): Yenilik durumlarında ortaya çıkan değişiklerdir, çünkü yaratıcı ve konformist olmayan faaliyetler için dilin yerleşik yapıları yeterince uygun değildir ve bu yapıların gelişmeye muhtaç olduğu görülür. Yeniliklerin oluşmasındaki ve yayılmasındaki önemli güçler ayrıca şu prensiplerdir; "göze batmak için başkaları gibi konuşma" ve "onlara dâhil olmak için başkaları gibi konuş".

Değişim: Dil kullanıcıları dilin kullanım aracının seçiminde esnektirler. Bu esneklik iletişimsel koşullara ve amaçlara göredir.

Dilsel evrim: Dil kullanımı ve bu dil kullanımının etkisi toplumsal güçler aracılığıyla dil değişimini etkiler.

Aynı zamanda dilin gelişimi biyolojide de geçerli kurallarla takip edilir.

Görüldüğü gibi dil değişiminin ekonomi, yenileşim, değişim ve dilsel evrim gibi sebepleri vardır. Yazımızın konularından biri olan popüler kültür ise neredeyse tüm bu sebeplerin içerisinde etkin bir unsuru olarak kendisine yer edinmektedir. O halde, şimdi de popüler kültürün ne olduğu konusunda kısa bir bilgilendirmede bulunalım.

Popüler Kültürün sözlük anlamı; bir toplumda yaygın biçimde paylaşılan, inançlar, pratikler ve nesnelerdir. Daha politik tanımıyla kitlelerin ya da bağımlı sınıfların kültürünü dile getirmekte kullanılan bir deyimdir. Popüler kültür ile ilgili farklı disiplinler tarafından yapılan tanımların ortak özelliği, popüler kültürün "halka ait" ve "yaygın" olma özelliklerini taşımasıdır. Yaygın olma özelliği ile popüler kültür, geniş anlamda bir gündelik yaşamın kültürü olarak tanımlanır. Belirli bir yaşam tarzının, ideolojik olarak yeniden üretilmesinin ön koşullarını sağlayan popüler kültür, böylece gündelik ideolojinin yaygınlaşma ve onaylanma ortamını da yaratmaktadır. Popüler olarak görünen veya sunulan, gerçekte dünyaya belli
bir açıdan bakmanın ürünüdür ve halkı belli kurallara, görüşlere katılmayı teşvik etmektedir.

Popüler kültür ve dil değişimine dair kayda aldığımız bu bilgilendirmeler ışığında toplu bir değerlendirmede bulunmak gerekirse: Ekonomi alanında meydana gelen değişiklerle oluşan dil değişimi sonucunda bugün sesli harfleri yazmamayı uygun gören bir nesil ortaya çıkmıştır. Örneğin: Slm, nbr, kib, aeo. (Selam, n’aber, kendine iyi bak, Allah’a emanet ol)

Yenileşim ve değişimin sebep olduğu dil değişimine gelecek olursak. Teknolojik aygıtların üretimlerinin dış –ağırlıkla batı- kaynaklı olduğu ve  popüler kültür ile onu destekleyen ideolojilerin de dış kaynaklı olduğu ve amaçlarını gerçekleştirme adına söz konusu teknolojik aygıtları kullanıyor olduğunu düşündüğümüzde, 
dilin kullanım aracının seçimindeki esneklikle bu aygıtları kullanan ve onları üretenlerin ideolojilerine yönelik koşullara ve amaçlara maruz kalan milletimiz de "göze girmek için başkaları gibi konuş" ve "onlara dâhil olmak için başkaları gibi konuş" kalıplarıyla hareket ederek dilimizin olumsuz anlamda değişimine neden olmaktadırlar. Bu olumsuz değişim sebebi, yabancı sözcüklerin dilimize girmesinin başlıca nedenidir.

Yabancı sözcüklerin dilimize girmesinden bahsetmişken size önce bir soru sormak, ardından da geçtiğimiz günlerde ekranlara yansıyan bir haberden bahsetmek istiyorum. Sizlere, tansiyon, ofsayt, sansasyon, koalisyon, sterilizasyon, senkronizasyon, spekülasyon, prezantasyon, kalibrasyon, opsiyon, flu, racon, rest, rehabilitasyon, dezenformasyon, manipülasyon kelimelerinin geçtiği bir şiir okuyacağımı ve bu şiirin hangi milletin edebiyatına ait olduğunu sorsam cevabınız ne olurdu? Eminim ki yüzde doksan dokuzunuz, bana, Fransız cevabını verirdiniz. Ancak bu yanlış bir cevap olurdu zira bu kelimeler, Uğur Işılak isimli AKP milletvekilinin, şu sıralar ülke gündemini meşgul eden ve tüm çabalara rağmen henüz bir sonuca varamayan koalisyon görüşmeleri hakkında yazdığı şiirde geçiyor. Ve ne acıdır ki bu şahıs, kendisinin bir Türk Halk Ozanı olduğunu söylüyor, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında Türk Milleti’nin verdiği oylarla milletvekilliği yapıyor ve bir Türk Halk Ozanı’nın ilk kez koalisyona dair bir şiir yazdığını söyleyerek kendisiyle övünebiliyor. Aslında buna bile şaşıramıyoruz zira artık meclise parlamento, milletvekiline parlamenter, bakanlar kuruluna kabine, yasala legal, yasa dışına illegal, öndere lider, fikir birliğine konsensüs denilen bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısı ile şiirde geçen kelimelerin mesleki terimler olduğunu söyleyerek bu dil katliamını örtmeye çalışmak gerçekçi bir yaklaşım olamaz.

Dilsel evrimin neden olduğu dil değişiminde ise toplumsal güçlerin etkili olduğu söylenmiştir. Günümüzde, toplumsal güçleri, popüler kültürü kullanan hakim ideolojiler yönlendirdiğinden, dil değişiminin nedenlerinden biri olan dilsel evrimi, olumlu bir dil değişimi sebebi olarak görebilmek mümkün değildir. Zira bugün, toplumsal güçleri oluşturan unsurlar medya, sosyal medya, sinema, müzik, reklamlar gibi popüler kültürü yaymakta kullanılan unsurlardır. Bugün dilsel evrim bir yana, devrimler, ülkelerin yönetim şekli değişiklikleri dahi bu toplumsal güçler kullanılarak yapılmaktadır. Bunun en yakın örneği ‘Arap Baharı’ safsatasıdır.

Dilsel evrimin sebep olduğu dil değişiminin sağlıklı bir örneği ise  Atatürk’ün dil devrimidir ve Atatürk’ü destekleyen toplumsal güç Türk Milleti’dir. Bu devrimin ilk işareti Atatürk’ün 1930 yılında Sadri Maksudi Arsal’ın bir kitabına yazdığı sunuş yazısıdır. Bu yazının her cümlesi dikkatle incelendiğinde, dilin Atatürk için ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Bu sunuş yazısı, ‘Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’ cümlesiyle biter. Rejim değişiklikleri ve ‘Arap Baharı’ndan bahsetmişken şunu söylemek gerekir ki dil bağımsızlığı ülke, ulus bağımsızlığı kadar önemlidir. Türkçe, en önemli kazanımlarını Atatürk döneminde Harf Devrimi ve Dil Devrimi ile elde etmiştir. Türkçe, ulusal dil niteliği kazanmıştır. Türkçenin ne denli zengin ve kendini zenginleştirme özelliğine sahip bir dil olduğunu hatırlamak için bazı özelliklerini sunmakta yarar vardır. Türkçe, yapısı gereği yeni sözcük ve terim türetmeye son derece uygun diller arasındadır. Türkçenin bir başka özelliği de sadece türetme yoluyla değil, aynı zamanda sözcükleri birbirine ekleyerek yeni sözcükler üretme özelliğinde olmasıdır. Türkçenin gücünü aldığı kaynakları vardır. Bu kaynaklardan, ses yapısından sonra en önemlisi uzun bir tarihsel geçmişe dayanmasıdır. Türkçe, konuşulduğu dönemlerin başından itibaren, şu an konuşulan diller yoktu. Bırakın bu dilleri, bu dillerin ataları sayılabilecek diller yoktu. Türkçe yazı ve bilim dili olarak tarih boyunca kullanıldı. Konuşma dili olarak en az 5000 yıllık bir tarihe sahiptir. Türkçe yeryüzünde yaygınlığı en fazla dillerden biridir. 12 milyon km karelik bir alanda, Türk dilinin çeşitli fonları konuşulmaktadır. Konuşan sayısı bütün Türk lehçeleri ile birlikte 200 milyonun üzerindedir. Bugün Çince ve Hintçe için daha fazla konuşana sahiptir denebilir ancak tek bir Çince ve tek bir Hintçe yoktur. 1980 yılında yapılan bir araştırmaya göre; Türkçe bütün fonlarıyla düşünüldüğünde, dünyanın ilk on dili arasında yer almıştır. Türkçenin bir başka güç kaynağı, sözcük, deyim, terim ve anlamdan oluşan söz varlığıdır. Yazı dilimizin söz varlığı bugün 104 bine ulaşmıştır. Dilimizin toplumumuz tarafından az bilinen yanı da diğer dilleri etkileme gücüdür. Şu anda biz kullanılan yabancı kökenli sözcüklere bakıp dilimizin etki altında kaldığını düşünüyoruz. Ama, diğer dillerde sayısı 12 bine ulaşan yerleşmiş Türkçe sözcük bulunmaktadır Görülmektedir ki, Türkçe sahip olduğu tarihsel birikimle, köklü, kullanılabilirliği pratik, zenginliklerini içinde barındıran çok güçlü, sessel açıdan da estetik bir dildir.

Sonuç olarak, Türkçe bu kadar güçlü ve güzel bir dil iken bugün kullanımındaki kirlenme istenmeyen bir durumdur. Dili olumsuz etkileyen faktörler ne olursa olsun, toplumu oluşturan bireylerin doğru dil eğitimleri ile dilin korunması, en azından özenli kullanılması için duyarlılık kazandırılabilir. Bu konuda uygulanagelen eğitim politikalarının doğruluğu ve yeterliliği tartışması karşımıza çıkmaktadır. Bugün Türkçe, çok fazla yabancı sözcüğün ve terimin bulunduğu, toplumun çok kısıtlı kelime haznesi ile günü geçirdiği, kısır ve yoz hâle gelmiştir. Bunun en büyük nedeni de yazımıza konu olan popüler kültürdür.

Toplumlar, millet olmayı bir dile sahip olmakla elde eder ve milli varlıklarını da kendi dilleriyle koruyabilirler. Dilini geliştirip zenginleştiremeyen, yabancı dillerin istilalarından koruyamayan milletler, ne milli bir kültür oluşturabilir, ne de oluşmuş kültürlerini koruyabilirler. Yozlaşma ve yabancılaşma dille sınırlı kalmayarak, zamanla bütün değerlerin yok olmasına ve milli birliğin telafisi imkansız zararlar görmesine sebep olur. Dili yozlaşan, yabancı dillere karşı; gerek toplum hayatında, gerekse bilim ve eğitimde geri planda kalan bir milletin geleceği, ciddi şekilde tehlikeye düşer.

Umarım, millet olarak, popüler kültürün dilimizde yarattığı olumsuz değişmeyi bir an önce fark eder ve bu tehlikeyi önleme adına gerekli tüm çabayı, gerek bireysel gerekse örgütlü bir şekilde ortaya koymaya başlarız. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen bir neslin evlatları ve gelecek nesillerin yaratıcıları olarak, bu, bizim boynumuzun borcudur.

Not: Koyu ve kalın harflerle yazılmış bölümler alıntıdır. Yazıya deneme türünde bir yazı oluşturma amacıyla başladım ancak anlatmak istediklerimi tam anlamıyla ortaya koymak isterken makale havasına büründü. Bununla birlikte, akademik kurallara göre yazılmış bir yazı olmadığı için bu yazıya makale demekte mümkün değil.  Kaynakça eklemesem de koyu yazılmış bölümleri nette aratarak ilgili yazılara ulaşabilirsiniz.