6 Aralık 2015 Pazar

REKABET








Eve sevinç içinde koşarak gitmiştim. Asansörsüz apartmanımızın 4. katındaki dairemize varmak için ufak adımlarıma ve neden o kadar ağır olduğuna hala bir anlam veremediğim sırt çantama rağmen, basamakları ikişer ikişer çıktığımı hala hatırlıyorum. Ufak bir burukluk da vardı içimde ama mutluydum.

Kapıyı annem açmıştı. Muhtemelen bendeki coşkuyu fark edip ne olduğunu sordu. Yok bir şey diyip geçiştirdim. Çünkü mutluluğumun nedenini açıklamak için babamın işten gelmesini bekliyordum.

Sofradaydık. Yemeklerimizi yerken babama o gün, sınıfta okuma yarışması yapıldığını ve 1 dakika içinde 34 kelime okuyarak 2. olduğumu, büyük bir mutlulukla söyledim. Çünkü babamın bu durumdan memnun olacağını ve sevineceğini  bekliyordum. Ancak durum beklediğim gibi olmadı.

Yüzü ekşidi. Çekinerek anlatmaya devam ettim. ‘Çağdaş benden 2 kelime fazla okudu, iki kelimeyle kaçırdım 1. liği.’ dedim tedirgin bir tebessümle. Babamın ekşiyen yüzü, yerini nefret dolu bakışların yer aldığı bir hale büründü. Ardından elindeki kaşığı sofraya fırlatıp ‘ Hüh gerizekalı, bir de ikinci oldum diye seviniyo, beyin damarlarını sikeyim senin gibi evladın. Ne eksiğin var senin İsmail’in oğlundan (İsmail, babamın işyerindeki arkadaşı ve Çağdaş’nın babası). Çalışmazsan ikinci olursun tabi, bi bok olmaz senden. Bütün gece televizyon izle anca sen pezevenk.’ dedi.

Bu sözleri duyunca ağlamaya başladım. Ardından sofradan kalkarak odadan dışarı çıktım. Okul çantamı alıp tüm gücümle odanın camına fırlattım. Cam aşağıya indi ve ardından bağırarak babama küfürler yağdırmaya başladım. ‘Anasını siktiğimin orospu çocuğuuu! Nolmuş 2. olduysam! Aferin diceğine kızıyo. 2 kelimeyle kaybettim hem. Allah belasını versin senin gibi babanın, geçmişini sikeyim. Ananı, avradını, soyunu, sopunu, yedi sülaleni sikeyim! ’ O esnada annem beni uzaklaştırmaya çalışırken buzlu camdaki boşlukta abimin, yerinden kalkıp küfürlerle bana doğru gelmeye çalışan babamı zapt etmeye çalıştığını gördüğümü hatırlıyorum.

Söylediğimi yazdığım küfürler 7 yaşındaki bir ilkokul 1. sınıf öğrencisi için size biraz abartılı gelebilir. Ancak sizi temin ederim, eksiği yoktur fazlası vardır. Çünkü içinde doğup yaşadığım evde kavgasız bir gün yoktu. Ve belirli mesajların kodlanarak bir kanal aracılığıyla bir kaynaktan bir alıcıya aktarılması süreci olarak tanımlanan iletişim sürecinin bizim evdeki versiyonunda, kodlama kısımlarını ağır ve galiz küfür ve hakaretlerle yapmak olmazsa olmazdı.

O akşam yaşadıklarımdan mı, yoksa hatırlamadığım ancak buna benzer bir çok etkenden dolayı mı, kesin bir şey söylemek mümkün değil ancak sonrasında, bırakın yarışmaları, en basitleri dahil, sorumluluk almam gereken her durum, her iş benim için büyük bir kaygı ve bunalım nedeni oldu. Belki de takıntılı biri olmama neden olan durum da buydu. Bu durum, mükemmeliyetçi biri olmama neden olsa da aşırı hırslı ve çok çalışkan bir yapım olmadığından, bu mükemmeliyetçilik beni, kusursuz ve güzel işler yapan birinden ziyade, karşısına çıkan her şeyi öteleyen biri  haline getirdi. Öyle ki neredeyse 30 yaşındayım ve halen üniversiteden mezun olmaya çalışıyorum. Tahmin edersiniz ki rekabetten tiksinen biri haline dönüşmüştüm.

Üstelik öyle veya böyle dünya denen bu yerin her alanında rekabet vardı. Annemle babam arasındaki haklı olma, benim dediğim olacak, bu evi ben geçindiriyorum ve yerine göre benim çocuklarım senin çocukların rekabeti. Babamın düzenli olarak gittiği meyhanedeki en çok ben içerim ve bana bir şey olmaz rekabeti. Yıllar sonra farkına vardığım ve o güne dek aklımın ucundan dahi geçmeyen kardeşler arasındaki rekabet. Okuldaki, sokaktaki, dersteki, oyundaki rekabet. Aç kalmamak, barınmak, tedavi olmak, hayatta kalmak için rekabet. Para, prestij, güç için, gereksiz olsa da her şeyi satın almak, tüketmek için rekabet. Yeniye ve güzele sahip olmak için rekabet. Belki de en acısı aşk için, sevdiğin kadınla birlikte olabilmek için rekabet.

Ben de bu dünyada yaşadığımdan ve rekabeti olumsuz tarafından tanıyarak saydığım gereklilikleri yerine getirmek zorunda olduğumdan, uzun yıllar boyunca bu rekabeti görmemi engelleyecek maddelerden medet umdum, farkında olmadan. Ve onların eşliğinde ağır aksak ilerlerken bir yandan da çokça düşündüm, izledim, gözlemledim ve elimden geldiğince de okudum.

Yıllar sonra, terapiye gittiğim günlerden birinde, geçmiş çözümlemesi esnasında bu olayı anlatmıştım ve üzerine konuşmuştuk. O günün gecesinde ise bir rüya görmüştüm.  Rüyamda evin salonunda yalnızdım. Alacakaranlıktı. Birden evin pencereleri hızla açıldı ve şiddetli  bir rüzgar odanın her yerini darmadağın etti.  Bu sırada koltukta büzüşmüştüm. Bakışlarımsa yerdeydi ve odada dolanan bir ruhun gölgesini görüyordum. Sonra rüzgar durdu. Başımı kaldırdığımda karşımdaki koltukta elindeki kağıda bir şeyler yazmakta olan Atatürk’ü gördüm. ‘Sen ölmedin mi?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi. Peki buraya nasıl geldin? Cennette misin, yoksa cehennemde mi ? diye sordum. Bana, Cehenneme gidemeyecek kadar iyi olan ve cennete gidebilecek kadar iyi olmayan insanların gönderildiği başka bir yerde olduğunu söyledi. Bir yandan da yazmaya devam ediyordu.  O an yazdıklarında ismimin geçtiğini fark ettim. Okumaya devam edince, beni öven, ne kadar kabiliyetli, zeki ve her işin üstesinden gelebilecek azim ve kararlılıkta olduğumu söyleyen ve takdirat ve tebrikatımı buraya kayd ile mübahiyim diye sonlanan satırlarla karşılaştım. Çok şaşırmıştım ve ‘O kişi ben miyim? diye sordum. O da benim şaşırmamı garipseyerek ‘Neden şaşırıyorsun çocuk, bunları baban da biliyor, sana söylemedi mi?’ diye karşılık verdi ve gülümsedi. Sonra ben de gülümsedim. Ardından benzer şiddette fakat bu kez korkunun aksine huzur veren rüzgarlar eşliğinde gözden kayboldu. Uyandığımda ise kendimi iyi hissediyordum.

Daha sonra okuduğum bir kitaptan öğrendim ki psikanaliz sürecindeki kişi, analizin gerçekliğine ikna olduğu ve kendisini, çocukluğundan kalma kompleksinden kurtarmaya başladığı zaman, bu tip sağaltıcı ve ilerletici düşler görürmüş.

Anlaşılan o ki bilinçaltımda, sözüne en çok itimat edilecek kişi sembolü Atatürk’müş. Bir sembolden ibaret olsa da kendisine minnettarım, çünkü çocukluğumun o akşamında yaşadıklarımla oluşan çatlağı, beni öven sözcüklerle kapattı ve bu sözcükleri aslında babamın da bildiğini yani bir anlamda babamın da aslında kendisiyle hemfikir olduğunu söyleyerek en azından o akşama dair tüm izleri ortadan kaldırdı.

Rekabete yönelik bakış açım ise artık eskisi kadar katı değil, olumlu taraflarını gün geçtikçe keşfediyorum hatta zaman zaman bundan keyif aldığımı bile söyleyebilirim. Çünkü artık kendimden başka bir rekabet unsuru görmüyorum. Çünkü artık kendimin dışında herhangi bir unsur görmüyorum. Artık tek rekabetim kendimle. O da varoluşla hemhal olma adınadır.

Uzun lafın kısası, burada ne dışarısı diye bir yer vardır ne de senden bir başkası!