Merhaba ……………….,
Öncelikle, yazacaklarımla sizi bir miktar ‘Güzin Abla’, bir
miktar ‘Jung Baba’ yerine koyacağım bir mesaj olacağı için şimdiden hoşgörünüze
sığınıyorum.
İki yıl önce, A.Ü İ.B.F Halkla İlişkiler ve Reklamcılık
Bölümü’nü bitirdim. Reklam yazarlığı için gereken yetilerin bir kısmına sahip
olduğumu düşünüyorum ancak yaş, dil, tecrübe gibi birçok handikapım var.
Ayrıca iş ilanlarında, Emre Belözoğlu enerjisinde takım
arkadaşları aranıyorken ben, son zamanlarda, kendimi Van Persie gibi
hissediyorum. Gördüğünüz gibi metafor malzemelerim bile 30 yaş üstü! İşin daha kötü yanı, özgüvenimi yitirmeye başladım.
Mevcut ruh halimden mi, başka nedenlerden dolayı mı bilmiyorum ama bir süredir garip şeyler yapıyor ve yaşıyorum.
Geçen sene başında, ailemin anlamaya çalışan bakışları eşliğinde gidip
A.Ö.F İlahiyat Bölümü’ne kaydoldum. Sınav haftasında ise kaydımı sildirdim. Kuşadası Belediyesi İnsan Kaynakları’nın Facebook hesabına,
beni park temizlik işçisi olarak almaları için ısrarlı mesajlar attım. İzmir'deki İşkur'a gidip kaydımı, park temizlik işçisi olmak istediğime dair yaptırdım. Bir süredir de aşçı yardımcılığına dair bir meslek edindirme kursuna gidiyordum. Önce çıraklık, ardından da kalfalık belgesi aldım. Bu sene ise A.Ö.F Aşçılık bölümüne kaydoldum. Emekli dayılar gibi yürüyüşe, balığa çıkıyor, kargılardan ayakkabılık, Eskişehir maceramda sıkça gömdüğüm viskilerin şişelerinden abajur yapıyorum. Marketten buğday alıp park ve meydanlardaki güvercinleri besliyorum. Kedilerle selamlaşıp köpeklerle konuşuyorum. Ekmek
ve şekeri kestim. Alkol ve sigarayı bıraktım. 2 gram dopamin için, can dostu Apollo öldürülmüş Rocky Balboa gibi spor yapıyorum. Ve ne yazık ki benim yanımda bir Adrian'ım da yok. Diğer taraftan, Kibelevari teyzeler gibi neyde ne ‘fitamin’ var; ne, neye iyi
gelir, onlara bakıyorum. O BİM senin, bu A101 benim dolanıp duruyorum. Uydu kanallarında, her derde deva macunlar, merhemler, maydanozlu-sarımsaklı tabletler ve Latif Doğan güvencesiyle satılan envaiçeşit ürünün tanıtımını izliyorum. Kısacası, yetilerimi ve zamanımı çarçur edip varolmanın dayanılmaz hafifliğini merkezi ve çevresel sinir sistemimin her zerresinde doyasıya yaşayarak varoluşsal isyanımı gün be gün çeşitlendiriyorum. Sanırım, bunda, yeter miktarda başarılıyım ki bilinçaltım da eşlik etmek için elinden geleni yapıyor.
Örneğin, geçen gece, İbrahim Saraçoğlu ve Canan Karatay’ın
nikahlarını kıymak üzere olduğum bir rüya bile gördüm ve bunu, Kuşadası
Belediyesi’nin bana verdiği yetkiye dayanarak temizlik işçisi kıyafetleri
içinde yapıyordum. O sırada, Canan Hanım, davetlilerin masalarındaki meyve
sularını fark edince ‘Furuktooooz!’ diye bağırarak ayağa kalktı ve üzerime
zimmetli çalı süpürgesini kapıp bindi. İbrahim Saraçoğlu da diz çöküp ‘Gitme
keten tohumum, ne olur beni terk etme!’ diyerek hıçkırıklara boğuldu. Canan
Hanım ise ‘Onu, davetlilere zeytinyağı yerine meyve suyu verirken
düşünecektin!’ diyip korkunç bir kahkaha attı. Ardından üç kez, ‘Kuyruk yağı!’
diye bağırıp uçarak gözden kayboldu. Etrafıma baktığımda, herkes kuyruk yağına
dönüşmüştü. Çığlıklar eşliğinde, sürünerek sağa sola kaçışıyorlardı. Zar zor uyandım.
6 yıllık Eskişehir yaşantımdan sonra, emekli anne-babamın
yanında, 1-2 yılda bu hale geldim. Ve evet, itiraf ediyorum, Türk dizilerini de 'Ne izliyorsunuz bu gerizekalı dizileri!' diye diye ve maruz kalma kılıfı altında izler oldum.
İşte, durumum böyle iken geçenlerde bir sabah, en ilginç, en yaratıcı, çağ atlatan fikirlerin
diyarı olduğu konusunda halkın sessiz bir fikir birliğine sahip olduğu ancak
aynı halk tarafından zulme uğratılarak 'lavabo' diye isimlendirilen o güzide
mekanda idim.
Ve derin düşüncelere dalmıştım...
'Nasıl olacak bu işler ya? Staj bile yapmadım? 30'larında,
ilk kez çalışmaya mı başlanır? Bu yaştan sonra kimse almaz seni. Yapamazsın. '
dedim kendi kendime.
İşte tam da o anda, yan odadaki bilgisayardan, yeterli
davudi ve uhrevilikte -Barry White ile Kani Karaca arası- bir ses, 'Senin için ilk olacaksa mutlaka
yaparsın! Suya dayanıklı Galaxy S7 Edge ile daha fazlasını yaparsın!' dedi.
Titreyip 'Tövbe, bismillah!' dedim ve 'lavaboya' düşmekten
son anda kurtularak bir hışımla toparlandım. Gariptir, bir an için hoşuma
gitmedi değil bu durum. Hayır, hoşuma giden 'lavaboya' düşmemek değil, yani
düşmekten de hoşlanmam elbet ama konu o değil. Konu, onun öncesindeki eş
zamanlılık. Ya, ona da hayır. Tövbe bismillahı da aynı anda söylemedim. O zaman
tböivsbmellah gibi bir şey çıkar ağzından. Bir de zaten 'lavabodasın', tekin
yer değil, maazallah...
Her neyse, asıl mesele, tüm bunların öncesindeki soru-cevap
eş zamanlılığı, o tevafuktu hoşuma giden. Ama sonra kendime, 'Şizoya bağlama
oğlum! İki aya kalmaz, 'Ben mehdiyim!' diye dolanırsın ortalarda. Mehdilik
piyasası da malum, alarm veriyor hatta ne alarm vermesi, dibe vurdu hatta ne
dibe vurması, büyük buhranı yaşadık resmen!' dedim ve çok şükür, bildiğim
olumsuz ekonomi terimleri bitince sakinleştim.
Sıradan bir tüketici olsam, o gazla –metan değil mecaz olan-
gidip o telefonu alırdım muhtemelen. İşsiz olduğum yetmiyormuş gibi bir de
telefona bir dünya para bayılırdım. Reklamcılık okuduğuma, belki de ilk defa,
bir nebze şükrettim. Ancak takdir edersiniz ki bir nebze kesmiyor. Geç de olsa,
staj ve işi halledip Moussa Sow içtenliğinde bir şükür secdesi yapmak istiyor
insan. Ben de ilanınızı görünce, mevcut gazı
başvuruda bulunmak için kullanmak istedim.
Ekte yer alan boş CV'me, ara sıra yazdığım bloğuma,
zamanında yaptığım ve mailerimi temizlerken şans eseri bulduğum ders geçmelik
birkaç işe bir göz atar, ardından da 'Gel, bir konuşalım bakalım.' derseniz, o
göz benim için turna gözü, ben de Şikarizade Sayyat Ağa olurum.
Saygılarımı sunar, iyi çalışmalar dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder