2 Mart 2015 Pazartesi

ANDA


‘Aramakla bulunmaz ama bulanlar hep arayanlardır.’ cümlesini okuyan genç kadın, omurgasından başlayıp tüm vücuduna, oradan da bilinen ve bilinmeyen tüm evrene doğru sudaki haleler gibi yayılan derin bir ürperti salınımına tutulmuştu. Özünden evrene dağılan bu haleleri yaratan taş görünürde küçük olsa da adeta bir nötron yıldızından koparılmıştı.

Yıllarca ıssız bir adada hapsolmuş ve giriştiği eylemlerle iç içe geçmiş binlerce düşün mücadelesinden sonra kurtuluşu elde etmenin ancak ve ancak ‘ katıksız bir kurtuluşu imkansız kabul etme bilinci’ ile mümkün olabileceğine inanmış fakat söz konusu kurtuluş için çözüme yönelik bu bilincini de yok etmesi gerektiğinden, düşüncelerini ve inancını, tam anlamıyla kurtuluşun aksi yönünde bırakmaya çabalayan ve bu dualistik totem dünyasında kaybolmuş birisi gibiydi; geçmiş yaşamında kendisi sandığı kişi. Geçmiş yaşamı?

Bir şeylerin geçtiği doğruydu ve insanlar, buna uzan zaman önce, ‘zaman’ adını vermişlerdi. Sanırım bu tanımlamayı, -şu an yaptığıma benzer bir şekilde- önceki yaşantılarına dair ilk farkındalık anında yaptılar; daha doğrusu, kendinden sonraki milyarlarca primata hayatı zehir edeceğinin farkında olmayan o tek kişi yaptı. Nasıl bir farkındalık anının doğmasına neden olduğunu ve bu farkındalık yüzünden, türünün ve o türlerden oluşacak diğer türlerin yaşayacağı acıları düşünseydi eminim o kişinin yapacağı ilk iş, bulabildiği en yüksek ağacın en üst dalına tırmanıp kendini boşluğa bıramaktı. Tabii eğer, o ana dek, intihar eylemine dair bir farkındalık oluştuysa! Ancak bunun olasılığı düşük görünüyor zira zaman mefhumundan -dolayısıyla geçmişten- bihaber canlıların, intihar gibi bir eylemden haberdar olmaları imkansız. Evet, ister geçmiş olgusunun farkındalığının/yanılsamasının doğurduğu intiharla isterse normal yollarla olsun; bizi öldüren her halukarda geçmişimizdir -ve ben şimdiye kadar geçmişi olmayan birini, ne gördüm ne de duydum- ama geçmiş, intiharda tüm yükü sizin omuzlarınıza yıkarken diğer yollarla gerçekleşen ölümlerde bu yükü sizin dışınızdaki unsurlara bırakmaktadır.

Her neyse, bir şeylerin geçtiği ve o şeyin zaman olduğu doğruydu ancak buna kesinlikle yaşamak denilemezdi. Ölü de değildi zira gerçek anlamda bir ölü olabilmeniz için öncelikle yaşamanız gereklidir ve yaşamak için de hayattayken ölmeniz…

O, tam anlamıyla sıkışıp kalmış biriydi; kurtuluşu umanlardan, eski tabirle araftakilerdendi. Uzun zamandır da bu durumun farkındaydı ve tüm mücadelesi kurtulmak içindi.

Ve ilk kez… İlk kez kurtuluş esintilerini hissetmişti. Hem de bunca zamanlık tüm çabasını çöpe atan bir cümleyle karşılaşmasına rağmen: ‘Aramakla bulunmaz ama bulanlar hep arayanlardır!’

Bu cümleyle karşılaşmasının nerede ve nasıl olduğunun hiçbir önemi yok. Genç kız ve cümle karşı karşıya gelmiş ve olan olmuştu. Yıllardır, geçmişin rutubetli molozlarının, orjinallerinden çok daha keskin kokulu ve ağır gölgeleri altında nefes almaya ve bir yandan da geleceğini inşa etmeye çalışırken, birdenbire, geçmişin tüm yıkıntıları yok olmuş, gelecek kavramıysa kafasından silinip gitmişti. (An)daydı ve (an)lamıştı!

Aramanın sonucunda -bir şey dışında- bulunacak hiçbir şey yoktu; hayatın, bu arama eylemi eşliğinde anda yaşadıklarından başka bir şey olmadığını ve onun da senden, bunu yaşaman dışında bir şey istemediğini idrak etmek. Bulunacak, daha doğrusu hali hazırda var olan tek hakikat, geçmişten ve gelecekten sıyrılıp anda yaşamaktı.

Öyle ya, bir kumarbazı bağımlı yapan kazanmak değil, kazanma ya da kaybetme ihtimalini yaşadığı oyun sürecidir. Hiç kimse, hayallerini kurduğu kadınla ya da erkekle birlikte olduktan sonra mutlu olmaz; dopamin birlikte olma anlarında salgılanır ki onda bile anı yaşamıyorsan, kafanda bin türlü kaygı ve geçmişe ait tortular varsa o dopamini salgılamak da mümkün değildir. Aşırı arzulanan bir iş, ev, araba… Her ne olursa olsun, elde edildikten sonra anlamını yitirir ve içinde yine o tanıdık boşluğu hissedersin.

İşte genç kadın bu döngünün dışına çıkmış ve (an)lamıştı ki yaşamak, sonunda hiçbir şey bulamayacağını -daha doğrusu herhangi bir sonun olmadığnı- bildiğin bir arayış halinin tadını çıkarmaktan, anın hakkını vermekten ibaretti.

Artık yaşadığını hissediyordu ve orası, kesinlikle cennetten başka bir yer değildi.

Not: Tanıdığım ya da tanımadığım insanlardan az ya da çok devamını getireceğimi söyleyerek, bir cümle ya da paragraf istiyorum. Bu yazıdaki 'Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.' cümlesini bana yollayan Berna Hanım'a teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder