13 Mart 2015 Cuma

5 DAKİKA

                                                                                                 


17 yaşında bindiği taksiden indiğinde, yüz hatları hiç de azımsanmayacak izler taşıyordu. Hayatına yön vermişti evet...Girdiği iş hanı, onun hayatını özetler nitelikteydi. Yerlerde hala talaş vardı - yerlerde neden talaş olduğunu açıklayacak bir kişi bile olmadığına kalıbımı basarım. Bir an için kendini, -bırakın ayagınızın dibine balgam ve sigara izmariti tükürmeyi- sigara bile içemediğiniz o pahalı milenyum restoranlarından birinde degil de; babasıyla hafta sonları gittikleri pide ve kebap salonunda zannetti. Buluşma saat 7 de yapılacaktı. Sıçmaya yetecek kadar vakti vardı ama bunu istedigini hiç sanmıyorum. Eğer gereksiz bilgilerle dolu, tuvalette okunabilecegine dair üzerine çoğu kez tez yazan kitap kurdu tiplerden değilsen ortalama sıçış işlemi 5 dakikayı geçmez.
------------------------------------------------------------------------------------------
Evet, o işini beş dakikada halledenlerdendi ki yatakta da –düzenli bir sex hayatı olmasa da- bu durumun değiştiğini söyleyemeyiz. Gerçi küçük Mehmet’i, sol elinin haricinde bir yuvayla tanıştıralı henüz 7 ay olmuştu ve bu olay, Tepecik Kerhanesi’nde gerçekleştiğinden ve bir sevgilisi olmadığından, Büyük Mehmet adına düzenli bir sex hayatından bahsedebilmek henüz mümkün değildi. Yine de sikişmek için bir yıl daha beklemediğinden dolayı keyfi yerindeydi ve bunun için Avni dayısına minnettardı – her zaman olduğu gibi.

Öyle ya, çocukluğundan hatta kendini bilmediği zamanlardan beri Avni dayısının kanatları altındaydı. Onun için babasından bir farkı yoktu hatta daha fazla sevdiğini dahi söylemek mümkündü zira tır şöförü olan babası uzun yolculuklara çıktığından, vaktinin çoğunu, evlerinin çaprazındaki küçük kulübede tek başına yaşayan Avni dayısıyla geçirerek büyümüştü.

 Avni ailenin en küçük oğluydu. Ailesi Tire’nin en varlıklı 3 ailesinden en zenginiydi. Ancak şimdilerde 36 yaşında olan Avni henüz 15 yaşındayken iş kurmak için babasının zeytinliklerini ve bağlarını dönüm dönüm hiç pahasına sattırmış, her seferinde de dikiş tutturamayıp iflas bayrağını çekmişti. Öyle ki zaman içinde tüm mal varlığını tüketmekle kalmayıp tefecilerden alıp alıp geri ödeyemediği paralar nedeniyle ailesini büyük bir borç batağına sürüklemiş, sonunda da Tire’yi terk edip İzmir’in varoşlarından Gültepe’ye göçmelerine neden olmuştu. Babaları Şerif Ağa iflasla gelen bu göçü kaldıramamış, 4 ay sonra vefat etmişti. Büyük dayılardan İlyas, Bursa’nın Gemlik ilçesinde zeytincilikle uğraşırken; Musa ise Manisa’nın Soma ilçesinde maden işçisi olarak hayatına devam ediyordu.

Fakat Avni Gültepe’de annesi ve ablasıyla kaldı. Çaycılık, taksicilik, otoparkçılık gibi ufak tefek işlerde çalıştı ara ara torbacılık yaptığı da oluyordu ancak yine hiç birinde dikiş tutturamadı zira ruhunda çalışmaya dair en ufak bir istek ve inanç kalmamıştı. Vaktinin çoğunu, gündüzleri kahvede takılarak, akşamlarıysa küçük kulübesinde demlenerek geçiriyordu.

Ablaları Zehra’nın talibi çıkıp evlendiğinde, annesi de onlarla birlikte yaşamaya başlamış, Avni de az önce anlattığım, yakındaki tek göz kulübeye yerleşmişti. Halinden de hiç mi hiç şikayetçi değildi. Sanki onca malı mülkü -tabiri caizse- sikip atan o değil de bir başkasydı.

 Yıllar bu düzende geçip gitti ve yılların birbirinden herhangi bir farkı yoktu; sadece rakamlar değişmekteydi. Zaten o mahallede yaşayanların da tarihle hiçbir işleri yoktu zira zamanın belli bir bölümünde sıkışıp kalmış, unutulmuş insanların yaşadığı ve yaşayanların, hiç kimse tarafından umursanmadığı bir yerdi orası.


 Ancak her şeye rağmen, Avni ve mahalledekilerin hayatını biraz olsun sıradanlığın dışına çıkaran biri vardı; hem de tam 17 yıldır. Tahmin edeceğiniz gibi o kişi Mehmet’ti.

Mehmet, Avni’nin adeta kopyasıydı ancak bu durum sadece dış görünüş olarak böyleydi. Dayısının aksine Mehmet -içeriği ne olursa olsun- çalışmaktan hiç gocunmayan, üstelik bundan, fazlasıyla zevk alan biriydi. Çalışma konusunda birbirleriyle çelişseler de birlikte geçirdikleri vakitlerde yaşadıkları ve mahallelilere yaşattıkları şamata ortamı onları adeta bir bütün kılıyordu.
İşte böyle günlerden birinde dayısı, Mehmet’e, ‘Mektebe gittin mi lan hiç?’ diye sordu. Mehmet bu soruyu anlamamazlıktan gelip ‘Gittik ya dayı, orta ikiye kadar.’ diye cevapladı.
‘Ulen bırak salağa yatmayı, onu mu soruyoz sana, mala vurdun mu hiç, mala?’ dedi Avni.

Mehmet ‘Yok be ya, daha 18’ime gelmedim ki!’ deyince Avni yerinden fırladı, ‘Ne 18’i olum! Ben 13’ümde yapıştırdım Sarı Fazilet’e; pancar motoru gibi pat pat pat pat! Ne kadındı bee! Lokumdu lokummm!’
‘Amma sıktın haa dayı!’ dedi Mehmet.

Ne sıkıcam oğlum herkes bilir benim zamanında ne hızlı olduğumu, o kadar malı mülkü nasıl hiç ettik sanıyon. Tamam, bir kaç şerefsizin oyununa gelip işlerin yolunda gitmediği oldu elbet ama dayın az para akıtmadı alemlere yıllarca.’

 ‘İyi bok yemişin dayı, şimdi yarak gibi kaldın bu kulübede tek başına! Hahahaha!’ diyip uyuz uyuz güldü Mehmet.


 ‘Lan teneke, doğru konuş dayınla!’ diyip Mehmet’in kafasının arkasına tokadı yapıştıran Avni aniden ayağa kalkıp ‘Kalk gidiyoz a*ına koyayım.’ dedi.


 Mehmet, ‘Nereye gidiyoz?’ diye sorunca, ‘Ulen si* kafalı, nereye olacak keraneye gidiyoz, kalk yürü hadi!’ diye çıkıştı Avni.


 Mehmet kalkarken ‘Almazlar ki beni oraya!’ diye mırıldandı. Bunun üzerine Avni, ‘Avni dayın var ulan senin yanında, kim almıyomuş bizi. Hele bi almıyoz desinler, alayının anasını si*erim.’ diye celallendi.

Mehmet, ‘Tamam dayı uçma, sakin!’ diyip gülmeye başlayınca Avni, ‘ Yok be a*ına koyyim, yapmam tabi öyle şey, rahat ol. Ben tanıyom zaten kapıdaki elemanı; sıkıntı olmaz.’ dedi ve dediği gibi de oldu. Mehmet o gün, -tuvaletin dışında- 5 dakikadan az sürede halledilebilen işler listesine bir yenisini daha eklemişti.

 Saat 7 olmuştu ve Mehmet her zaman olduğu gibi tüm dakikliğiyle olması gereken yerdeydi. İş hanının bodrum katındaki güneş görmeyen, florasan lambalı yazanede, bir bacağının vidaları gevşediği için sallanan eski tabureye oturmuş, bu köhne matbaanın patronun gelmesini bekliyordu.

Bekleme esnasında etrafı inceleyen Mehmet'in gözüne çarpan sıra dışı bir şey yoktu. Eski bir masa, suni derileri sökülmüş bir makam koltuğu, izmaritlerle silme dolmuş bir küllük; duvardaysa dev bir nazar boncuğu, kalpaklı bir Atatürk portresi ve hemen yanında da çerçevelenmiş bir ayet el kürsi duası vardı.


 Mehmet etrafı incelemeye dalmışken içeriden gelen bağırma sesiyle irkildi: O davetiyeler bitecek bu akşama Kamil, valla bi bitmesin, ananın a*ını götünden sikerim!


 Bu cümlenin ardından, kemeri görünmeyecek şekilde sarkan göbeği, cam göbeği rengindeki gömleği, vişne rengi takımı, üzerine bastığı ayakkabılarıyla patron içeri girdi. Üzerindeki en değerli şeyler elindeki oltu taşı tesbih ve ‘Ooo yeğenim hoşgeldin!’ diyip gülümsediğinde florasandan yansıyan ışıkla parlayan üst çenesindeki altın dişti. Değerli olduğundan mı bilinmez, altın dişinin hemen yanında -muhtemelen yoldaşlık etmesi için- koca bir maydonoz parçası vardı.

Mehmet ‘Hoşbulduk abi.’ diyerek saygıyla ayağa kalktı.

 ‘Otur yeğenim otur.’ dedikten sonra atölyeye ‘ La Orhan, bak hele, buraya iki çay söyle.’ diye seslendi.

 Sonra Mehmet’e dönüp ‘Yeğenim, lafı uzatmaya gerek yok, baban benim askerlik arkadaşım, can kardeşim. Sen de onun canısın. Yani ben de baban sayılırım bir yerde. Paranı günlük veririm. Geç hemen başla işe ama soytarılık yapar da işini savsaklarsan külahları değişiriz aslanım, onu da bilesin!’ dedi Matbaacı Mahmut.


 Mehmet yerinden fırladı, ‘Ayıp ettin Mahmut abi bizde yanlış olmaz. Evelallah, işimizin hakkını veririz.’ diyip gülümsedi. Ardından patronun elini öpüp atölyeye geçti.

İşi çabucak kavrayan Mehmet, akşama dek durmadan çalıştı. Çalışmak onun için adeta yaşamaktı. Orta ikide okulu bıraktığı günden bu yana mahallede girmediği iş kalmamış, her seferinde biraz daha fazla bir ücretle başka bir işe geçmişti. Şimdiki adresiyse Kemeraltı’ndaki bu handı. Halinden memnun ve mutluydu.

Mesayinin bitimine 5 dakika kalmıştı, işini bitiren Mehmet’in aklına gün boyu sıçmadığı geldi, bunun aklına gelmesiyle sıkışması da bir oldu. Toparlanıp tuvalete gitmek üzereydi ki patronun odasından gelen bağrışmaları duydu. Seslerden biri çok tanıdıktı. O yöne doğru giderken iki el silah sesi duyuldu. Mehmet patronun odasına girdiğinde adeta şoke olmuştu. Patronu Mahmut kanlar içinde yerde uzanmıştı. Şoke olmasının asıl nedeniyse maalesef bu değildi. Patronun karşısında, elindeki silahla dikili duram adam sesten daha da fazla tanıdıktı.
Gördüğü manzara karşısında dehşete düşen Mehmet sesi giderek yükselen bir tonda, ‘ Dayı ne yaptın sen, ne yaptın sen, ne yaptın sen, ne yaptın amına koyayım!’ diye sayıkladı.
Mehmet’le yüzyüze gelen Avni cinnetvari bir tavır ve sesle, ‘ Necla’yı zorla sikmiş ibine, atarım seni evinden demiş, yatalak ananla sokaklarda sürünürsün demiş, benim olduğunu bili bile sikmiş, ya n’apsaydım, susup kenarımı çekilseydim götveren gibi ha, napsaydım Mehmet, n’apsaydım! Geberdi gitti işte pezevek!’ dedi ve alnındaki teri, gözünden akan yaşı, ağzından saçılan salyaları koluna silip gözlerini patlatarak cinlenmiş bir edayla güldü.

 Mehmet,’ N’olcak dayı şimdi, nolcak, siktin attın hayatını, zaten sikikti iyice siktin, nolcak şimdi amına koyayım!’ diye bağırdı gözlerinden yaşlar süzülürken.


 Avni, ‘ Al şunu!’ diyip elindeki silahı Mehmet’in eline tutuşturdu. ‘Beni şimdi alırlarsa belamı sikerler, müebbet yerim. Sen daha 18’inde değilsin. Allah’ıma sövüyodu de, anama bacıma sövüyodu de, 2-3 yılda yırtarsın Mehmet kurbanın olayım!’


 Boynunu büktü Mehmet, ‘Tamam.’ dedi, ‘Tamam ama babam yokken anama sahip çık, yoksa anam avradım olsun, çıkar çıkmaz ilk işim seni vurmak olur.’

Avni dudaklarındaki şerefsiz gülümsemeyle handan çıkarken Mehmet dizlerinin üzerine çökmüş, gözleriyse boşlukta kaybolmuştu.

Mehmet, işini 5 dakikada halledenlerdendi; katil damgası yemesi de ondan fazla sürmemişti.


Not: Tanıdığım ya da tanımadığım insanlardan az ya da çok devamını getireceğimi söyleyerek, bir cümle ya da paragraf istiyorum. Bu yazının ilk paragrafını bana yollayan Emre Bey'e teşekkür ederim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder