23 Şubat 2015 Pazartesi

UYAN



Tanımadığı insanların arasında sıradan adımlara yürüyen genç adam, aniden düşüp bayıldı. Yarı baygın halde, bulanık bir görüşle çevresindeki insanları görebiliyordu. Garip olansa, insanların, gözlerinin önünde gerçekleşen olay sanki hiç olmamış gibi davranmalarıydı.

Genç adamın yardım isteme girişimlerinin sonunu getirense sesinin çıkmadığını ve hareket edemediğini fark ettiği andı. Durumun anormalliğinden şüphelenerek bunun bir rüyadan başka bir şey olamayacağı kanaatine vardı ve uyanmak için yataktaki bedenini şiddetle sarsmaya çalıştı. Önce başını ardından da tüm bedenini epilepsi nöbeti geçiren bir hasta gibi titretip sarsıyordu. Gerçek bir epilepsi nöbetinden iki farkı vardı. Birincisi, böyle bir sarsılma ve titreme beyindeki sinir hücrelerinin normal işleyişinin kesintiye uğramasıyla, istemsizce oluşurken; genç ise bu durumu kendisine, tüm odaklanma gücünü ve istencini kullanarak yaşatıyordu. İkincisi de tabii ki ağzından köpükler çıkmamasıydı.

Zorlu ve boğucu çabaların ardından, nihayet gözlerini açtı.

Korkuyla karışık bir rahatlama hisseden genç adam, bir bardak su almak üzere ranzanın üst katından inip kaldığı okulun yatakhanesinden dışarı çıktı. Tüm arkadaşları dışarıda top oynamaktaydı. Arkadaşlarının daveti üzerine suyu boşverip oyuna karıştı. Topu sürüp çalımlar attı, kaleciyle karşı karşıya kaldı ancak genç adam yine aniden bayıldı.

Arkadaşlarının koşup yardım edeceği beklentisyle yerde yatarken, yardım için yanına gelmeleri bir yana, herkesin maça devam ettiğini gördü. Bağırmak istedi ancak sesini çıkaramadı, hareket de edemedi. Ardından, bunun da bir rüya olduğunu anlayarak var gücüyle uyanmaya çalıştı. Uzun çabaların sonunda kendisini uyandırdı.

Neyse ki bu kez kendi evinde uyandı. Penceresinden içeri güneş ışınları vurmaktaydı. Aydınlık bir güne uyanmak kendisini iyi hissettirmişti. Bu sırada, mutfaktan gelen gülüşmeleri işitti. Anne ve babası şakayla karışık birbirlerine takılmakta, kardeşleriyse bu duruma kahkahalarla gülmekteydi. Güzel bir gün olduğunu hatırladı zira bayramın ilk günü olması sebebiyle şehir dışında yaşayan abileri ve ablaları baba evine dönmüştü ve tüm aile bir aradaydı. Biran önce aralararına katılıp neşelerine ortak olmak, bu anlamsız kabusları geride bırakmak istedi.

Mutfağa gitti, ailesinin kahvaltı yaptığını gördü. Tebessüm eşliğindeki güne başlama selamlamalarının ardından sandalyesini çekti ve kahvaltı sofrasındaki yerini aldı. Babası, yine geç kalkmasından dolayı genç adama takıldı. Kardeşleri de bir kaç ufak iğneleyici cümleyle babalarına destek verdi. Anne ise oğlunu savunan tarzda birkaç kelime etti ve bir eliyle, genç adamın önüne çayını koyarken diğer eliyle de sırtını sıvazladı ve gülümsedi.

Genç adam kendini iyi hissetmekteydi. Gülümseyerek çayından bir yudum aldı ve şükürle karışık bir huzur esintisi hissetti. Mevcut halinde, az önceki karanlık kabusların ardından penceresinden içeri vuran güneş ışıklarının, şimdi, kendisinden çevreye yayıldığını hissediyordu adeta.

Fakat yine olan oldu, birden bire o güneş, uzay-zaman dokusunun nedenini bilmediği şekilde büküp yırtılmasıyla, bilinmezlikte kayboldu. Aynı süreç tekrar yaşandı ve genç adam, öfkesi korkusuyla yarışır haldeyken, evrenin başka bir yerindeki uzay-zaman dokusunu yırtıp yeniden kendini görünür kılma adına çabaladı zira patlayıp kendi içine çökmek şöyle dursun, yeteri kadar büyüyüp gelişmemişti bile. Yani, varoluşa, değerli hiçbir element sunamamıştı henüz. Kaldı ki saygı duyulacak bir kayboluş ve bilinmezlik ancak bu şekilde olabilirdi.

Tüm bu düşüncelerin ardından, kendini tekrar görünür kıldı fakat artık çok sıkılmış, sinirleri alt üst olmuştu. Yüzünü ovuşturdu, kendine seri halinde tokatlar attı. Son tokatla kendi canını gerçekten yaktı ama bunun bir rüya olmadığından emin olduğunu anlamasını sağladığından, kendisine kızmak aklının ucundan bile geçmedi. Kan ter içinde kaldığını farketti ve duş almak için banyoya girdi. Soyunduktan sonra lavabonun aynasında bir süre kendisini izledi, elinin izinin çıktığı sağ yanağını ovuşturdu. Ardından derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştı ve duşakabine girip yıkanmaya başladı. Lakin...

Lakin ansızın, jüpiterin korkuyla karışık cazibesinden kurtulmayı bir şekilde başaran ve hemen ardından hayatının milyarlarca yılını, onun boyunduruğu altında geçirmenin onursuzluğuyla yüzleşip bu durumun yarattığı ağır utanç duygusundan kurtulmanın da ancak -küçük fakat barındırdığı hayatla anlamlı ve çok güzel bir yer olan- dünyaya çarparak elde edilebilecek şerefli bir ölümle mümkün olabileceğini sezen bir göktaşı gibi  yere çakıldı.

Bu kez etrafında yardım istemeye niyetleneceği kimse de yoktu. İçindeyse çaresizliğin eşlik ettiği dev bir isyan vardı ve içsesiyle Tanrı’ya haykırdı, ‘Yeter artık, neden bunu bana yaşatıyorsun!’ ve kalan son güç kırıntılarını da iç sesiyle sayıklamaya devam etmek için kullandı: ‘Yardım et, yardım et, yardım et…’.

Ve ansızın duşakabine yaklaşan bir silüet göründü. Kabin kapısı açıldı ve içeri bir el uzandı. Genç adamın karşısındaki kendisiydi. Müthiş bir ürperti ve şaşkınlığa rağmen, şüpheden tamamen arınmış bir güven hissetti. Kendisine uzatılan eli kavradı. Ayağa kalktıktan sonra kendisiyle göz göze geldi ve sordu:

‘Bu da bir rüya, değil mi?’

Genç adam, sorusuna soruyla karşılık aldı: Sen, gerçek sen değilken, hangisinin rüya olduğunun ne önemi var?  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder